Thursday, December 22, 2005

O Benim Dünyam

Ne zaman güneş açsa o gücüme güç katar
Bir sözüyle bir nefesiyle canıma can katar
Ne zaman şimşek olsa ondan ödüm kopar
Bakışında nazarında o anda kanım donar

O benim dünyam
Onunla nefes alan ve onunla yok olan
Öylesine güçlü öylesine güzel
Öylesine benim olan

O benim dünyam
Onunla sevebilen ve nefret eden
Öylesine güçlü öylesine güzel
Öylesine benim olan

Ne zaman bahar olsa içim içime sığmaz
Bana gülüşü ve beni öpüşü, böyle bir aşk olamaz
Ne zaman fırtınaysa ona karşı durulmaz
Delicesine öfkesinden tozum toprağım kalmaz

Söz : Mehmet Teoman / Müzik : Dean Pitchford
Albüm : Beş yıl önce on yıl sonra - Ajda Pekkan

Wednesday, December 21, 2005

Öylece Beklemişim Geleceksin Diye

Kimsenin farkedemediği bir karanlıkta
Burda hiç bir şey yok diye bağırıldığında
İşte tam orada
Kapkaranlık bekliyorum seni.
Gel işte.
Zamanın ölümünü seyrettim burada
Akrep yelkovanı zehirledi,
Bütün rakamlar kaçtı bir bir..
Puşt düşler sindi yüreğime,
Öleyim diye alevine atladım zehrin

Gel işte.
Hasretin ebeliğini yaptım kaç çocuğu oldu yanlızlığın saymadım
Sen gibi rakamlarda kaçtı evimden zamanlarda....
Gel işte.
Hasretde kör bende.
Ebda - E.M
21.12.05 / 18;47
-----------------------
Beklemek değil mi hayatı uzatan
yada kestirip attıran.
acılara doğru koşan,
yorulan,
duran,
yeniden hızlanan;
bekleyen değil mi,
seveni, sevgiyi, sevilmeyi...

Acı değil mi aşkı uzatan
yada bıçağı saplatan.
ayrılıklara giden,
bitiren,
geri gelen,
ayrılan,
seven değil mi;
aşkı, acıyı, hasreti...

Hayat değil mi hepsini kapsayan
yada dışarda bırakan.
her sabah uyanan,
öğlen bıkan,
akşam demlenen,
geceye acılara ayılan
kim peki?
seni seven, beni seven, onu seven
kim?

ben değilim artık.

albatRoz
24,12,05 / 08;43

*Bunu buraya eklemeseydim haksizlik ederdim, siirlerime yapilan yorumlar ve uyarlamalar her zaman daha teşvik edici olmustur. Teşekkürler.*

Çok Doğru,

Yaşamımızda işlediğimiz hataların çoğu, düşünmemiz gereken yerde hissetmekten, hissetmemiz gereken yerde düşünmekten ileri gelmektedir.
GOETHE

Saturday, December 17, 2005

isterim ki,

ilk gunden baslasak,
ben beceriksizce baglayamasam ayakkabı bağlarımı,
sen görsen ayakkabılarımın o şapşal halini,
eğilsen ayakkabılarımı bağlasan,
her düğümünde bir bana seni bir sana beni bağlasan,,,,,

otobüs durağında senin lacivert montuna sarılsak ve otobüs gelmese,,,

biz hep sarılsak öyle kalsak kapımızı kimse çalmasa, kimse bizi üzmese,,
bu hiç mümkün olmadı-
keşke olsa..

sana taptım ulan ben, sana taptım,,,

Monday, December 12, 2005

Yapmaaaa,

Güzel bir rüya, çok rahat bir doğum. Merdivenlerin son basamağına gelmişken doğuru verdim bir erkek çocuğu.;)

İnsan bazen değerlerini yitirir demi,? Kendine sunduğum değerleride yitirebilir değil mi,?
-Evet

Mutluluk sadece bir insan eli. (karşılıksız uzanan)
İnsanın düne bakarak mutlu yada mutsuz olması doğrumu,? (bunun devamı gelmez bu yanlış)

Ellerin boşşa mutsuzsundur yada güçlü durmaya çalışıyorsundur.

Bir kere çabaharcandımı kelimelerin anlaşılmak için be insanoğlu. Bir kere de deli saçması denmeden okundumu, dinlendinmi,,,,
Senin psikolojik bir manyak olduğunu düşünmekten öteye geçebildimi yanıbaşındakiler,,,

Bir kere de senin gibi duygusal düşünebildimi kimseler.

Elleri uzakta kimseler.
Üşümek işte böyle birşey.

Wednesday, December 07, 2005

Özlemişim İzmiri

Hafta sonu izmirdeydim çok güzel bir şehir bu izmir. Belki Canımın canı ablam orda olduğu için, pek hürmetli dostlarım ordalar onun için. yada şehir hep beni çağırıyormuş gibi geliyor bunlarin hepsi için seviyorum izmiri. Hep demişimdir benden ne kalırsa geriye izmire gömsünler.
Cuma ogleden sonra yola çıktım, aksamına izmirdeydim. Annem beni hamal belleyip onca yuk tasıdıgımı dusundugu icin gene ablam için onca sey doldurmustu bavullara. ;) Tabi kızı eski kızı degılkı, onceden tasırdım ama sımdı hıc kuvvetlı degılım, bır bavulu yukarı tasıdım tum gece sırt agrısından belımde havlularla yattım. ;) Yani hatırlıyorum da burdan izmire koca komidin tasidigimi, odun tasıdıgımı bıle bılırim ;) Ama benimde maşallahım vardı. ehehehe Neyse ablam yardım ettı cıkarttık bavulları eve, hemen bır koltuga attım kendımı, dünya varmış dercesine. Bir çay koyup, biraz dizi seyredip başladık bavulları acmaya, yerleştirmeye. Yorgunluktan ben vampirella sızıp kaldım, Ablama üştümü değiştirmemek için yalvardığımı hatırlıyorum ;)
Erken den kalkık, Ablam çok güzel yemekler yapar, kahvaltılar hazırlar. Benki yumurtanın kokusundan koşarak kacarım. O omlet yaptıgında ne oluyorsa mis gibi yiyorum hemde kokmuyor. İşte heme hamaratlı ablamın ellerinden kahvaltı ettim. Ona hic cekmemisim. Anca hamur işi kek börek yapmayı biliyom. ;) Ben onun bilgisayar problemlerini cozmek icin ugrastim durdum. Dışarı cıktık, Önce esin geldi, sarıldık, sarıldık, çok özlemişim çok.... Sonra ceylan geldi öptüm kokladım onuda çok özlemişim. Ceylanın yavuklusu adil ve arkadasları tutkuda geldiydi. Bizim muhabbetimizden sıkıldılar herhalde gittiler hemencecik ;) Aksam hep beraber eve gittik. Ablam gene mutfaga ben gene bilgisayar basına gittim ;) Ben evdede böyleyim. Toz almak ve mutfak en buyuk kabusum. Hemen kaçarım işten.. Bilgisayardaki virusler yuzunden, ödevini kaybettik ablamın. Çok üzüldüm. Hala onun sorgulaması kafamda. Onca program denedim nasil geri getiremedim diye dosyayı. Velhasil gene 3 tü, esinin ödevini yazmıştık ablamın odevini kaybetmiştik. ;( Ben uyudum.
Sabah 9 da kalktım. Planımız ceylanın arabasını alıp piknige bal kaymak yemege gitmekti, ablam gelmedi, ödevini tamamlamasi lazimdi, esinin les sınavı ve ing kursu. Kaldik ceyloyla beraber. Bizim yan yana kalmamız cok sakıncalı iki alışveriş canavarı, durduramıyorus bırbırımızı. Biz cıktık kostuk kostuk vapuru kacırdık, bendede 39 numara ayak 36 numara ayakkabıya sıgdırılmıs halde. Malesef yopuklu botlarla gittigim icin izmire, ablamda dediki giy botlarımı rahat edersın. İki adimda ben ayakkabıları cıkarttım ayagımdan, ayakkabılar ayagımı su toplattı. Evin onune donduk ablamı aradık, in asagı kahvaltı etmeye gıtces. Recis'e gittik. Tıka basa yedim herseyden. Açık büfeler tam benim gibi peynir delileri için. Çeşit çeşit. Harika. Eve gidip bilgisayarla ugrastim ben gene ;) Bu sefer oldu. Dışarı cıkıcas karar aldık onceki aksam benim dönüş biletimi almaya giderken ceylanla kendimize çanta almıştık. O çantacıdaki bavullardan alıcaz ve migrosa gidicez. Ben Alphanıma atkı şapka eldiven takımı alıcam. Merdivenlerden inerken (ben gene topuklu botlarla) ceylan dediki ya acılmadıysa çantacı bende yukardan dedimki o zaman çok gülerim size ehehheeh dememle düştüm dört basamak kaba etim üzerinde kaydım ;) yanlız kötü olan merdivenin sivri kenarının sırtıma geçirmesiydi. Hala agrıyor. Gittik çanta neyim aldık sonra. Migrosa gittik, Ben ceyizime çaal kaşık takımı zladım mavi mavi cicekli saplari var. Ablamın ev arkadası dılek de evıme oturmaya gelırken mavı tabak alıcak ;) Velhasıl binkelam pazar günü 4 aralıktı ben hiç bir çekilişe katılmamıştım, ve artık 4 aralıkların benim için hiç bir önemi yoktu. En sevdigim gün 4 aralıktı derdim hep. Ama ben mutlu olduğum ve ettiğim her günü seviyorum artık. Ve artık sansımıda fazla zorlamamam hayaller kurmamam gerktığını anladım. ;) 4 aralık benim için hiç bir şey ifade etmiyor. Ve 26 hazirandanda bir şey beklemiyorum, hemde hiç bir şey beklemiyorum... Her ayın 10 u benim için kıymetli bir tebessüm bunun her ay seranomisi olsunda istemiyorum. 23 aralıgında pek bir onemi yok artık. Önceden can atardım bugun benim dogum gunum diye, artık ondanda bir beklentim yok. Ben çok hayalci bir insan olduğum için umduklarımı bulamayıp uzulup durmak yerine çevremdekiler gibi düşünüp geçiyorum işte.



Özlediğin Gidip Göremediğindir - Oruç Aruoba

Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin

Özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen

Özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin

Özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen

Friday, November 25, 2005

Parlak,

Güldüğüm zaman, ağlamam gerektiğini hatırlıyorum.

İşte o zaman kahkaha atıyorum.

05,09,04 / 12; 48




Ebda

Ardı sıra gelen o acıtmaz acılar

Aşk bir çocuğu büyütme arzumdu. - Yenik düştüm.
Çocuk gözlerimden kanları süzdü koca delikli ızgaralarda, yağmura katıldım. Beraber yağdık.

Çocuk anlamadı beni, benim nasıl bir yoğunlukla unutturacağımı.
Çocuk çocukluk yaptı, aşka çembe taktı - ben düştüm.
Çocuk sevdanın üstüne kustu benim midem bulandı.
Çocuk hiçe saydı değerlerimi ben paslandım.
Çocuk oyun oynadı ben palyanço oldum burnu, gözü kıpkırmızı.

Çocuk hasta etti beni önce doktorluk yapamadı.
Çocuk evcilik oynadı benimle, baba olamadı.
Çocuk beni hiçe saydı ama hiç bir şey olamadı.
Çocuk çocukluk yaptı.
ben bittim.
bitti.
...
...

20,11,04, / 12;55
"E.M"

Ne yapıyorsun,?

Ne yapıyorsun,? dedi bana.
O anda yaşadıklarımı düşünüyordum.

Ruhum geviş getiriyor, dedim.
Güldü.

Ben ciddiydim...

08,09,04 / 23;48
Ebda bir Ada
"E.M"

İnan ki bana İnanma

Ne inandığımı biliyorum.
Ne inkar ettiğimi.

İnandığım zaman,
neye inandığımı bilmiyorum.

İnkar ettiğim zaman,
neyi inkar ettiğimi.


04,06,05 / 19;10
Ebda / "E.M"

Monday, November 21, 2005

Yaşamdan,,, Bir Kesit

Balık oltaya takıldığında ne düşünmüştür acaba,? Bittim, ölüyorum diye ağlamışmıdır? Sevmeleri gelmişmidir aklına,?
Her canlı için aynı değil mi? ölmek. Acı, gözyaşı, sonrası hep hasret, hep özlem. Ayrılıkla ölüm yanyana anılırmı,? Hiç bir ayrılığın ardından konuşulur mu açık - seçik?
Öldüğünde tuttuğun eller soğuktur, ayrılırken hala sıcak. Tuttuğun elden ayrılmak kolaymıdır hayatta? Ayrılıklar ölümlerin başlangıcımı,?
Evet, ayrılıklar ölümleri getiriyor ardından. Hep o bildiğin tebessümlerden uzağa - soğuğa düşüyorsun. -Elbet alışıyorsun.
Ölen ağlasın derler ya.. Sebebi mazinin doymayacağı herhalde, ;)
Hiç dönüpde arkama bakmadım desem, yalancı derdim kendime. Evet, arkama baktım çünkü; dün yaşadıklarımın eseri bu kadın. Ve kadın her zaman bir mazidir. -Ve ben bunada alıştım.
Sevdiğinin seni sevmediğini fark ettiğinde bir kadın ne yapar - ne yaptım - ne yapmıştım - ne yapmalıyım ? diye beynimin dehlizlerinde dolaşmak çok yorucu. Cevabı ise sessiz kal. Yoksa gerçeği kabullenip ondan daha erken uzaklaşacaksın. Aldatıldığımın farkında olup bunu kendime itiraf edemediğim anlarda oldu hayatta. Ayrılık ve ölüm gününü bildiğini düşünsene ne yapardın,? Bu düşünceden uzaklaşır sanki bir süprizle karşılaşmış gibi davranırdın demi. Seni bilmem ama ben öyle yaptım.
Her kadın anlar ortada dönen oyunu, ama kadın sevdiyse (-ki bu bence çok güçtür) korkar üşümekten.
Hayatta hep üşüdüm. Elim, ayağım, bedenim hiç ısınmadı. bununla beraber tavrım bile soğuk kaldı. Sanki, bir tek gülerken ısınıyorum hayatta.
Ellerim hiç ısınmadı benim. Severken öyle sevdimki benim olanı; hep korktum. Bu yüzden ayrılıkla ölüm çok yakındır ellerime. Severken gülüp-sevilirken ısındım.

,,,,,,,,,,,,,

Sevgilim ellerin saçlarımın içinde dolaştığında çakmak taşı oluyor sanki saç tellerim, alev alıcak düşüncelerim... Ürperiyorum. Saçlarımı okşayarak beni uykumdan uyandırdığın sabahları unutamıyorum. Dudağın dudağıma deydiğinde mis gibi yangın kokuyorum.
Ben hep sana yanıyorum,
Dönülmez akşamın ufkuna bir tek seninle gittim, inandım sana. Hayal olmaktan öteye geçti rüyalarım. Ve ben bu hayatta bir tek sana sarılıp uudum, seninlen uyandım.
İhtiyaç değilsin hayatımda, sen olmasanda yaşamak lazım. Ama tadım olmaz. Neyleyim sensiz sabahları, akşamı olacak günleri, yediğim lokmaları.
Seni severken sevmekten korkmayıp tadını aldığım gün dedimki kendime; işte bir bütün oldun kızım sen... Bir bütün oldun...
Sen eşim; kızımız Alara'nın babası. seni bütün günlerimde sevdim -seviyor olacağım. bu satırlar maziyi doyurmasa bile. Hep senin eşin kalacağım.

,,,,,,,,,,,,,
Evrenin en ihtişamlı düğününü ben yaptım. En güzel gelin ben olmuştum ve en yakışıklı damat da sendin. Çünkü sen benim bütün satırlarımın baş harfisin. Alfabeye de senle başladım ben biliyorsun.
Gelinliğim çocukluğum kokuyordu. Beyazın; sütten, sudan temiz hali, incecik bedenimden kayan, ipleri omuzlarımdan dökülen, boncuklarını koparttığım hani heyecandan. ;) Beyaz balerin papuçlarım nasıl dı,? Peki seninle topladığımız gelin çiçeklerim,?
Pırıl pırıl tenimde ışıldayan senin aşkındı, uzun kırmızı saçlarıma vuran güneş değildi. Damat tıraşını ne güzel yapmıştım o gün, hergün olduğu gibi. Hafif uzuna bakan ince telli ipek saçların bile formdaydı ogün. Gri takımı astarı kırmızı ve ben kırmızıyı çok severim diye ne pazarlık ederek almıştık ve sen onun içinde çok güzel duruyordum. En güzelide ceketini çıkarttığında beyaz gömleğinin içinde atlet olmamasıydı. ;) Geniş omuzlarını seyrettim sen etrafımda oynarken, terden bedenine yapışmış gömleği kokladım sana sarılıp dans ettiğimde. Sen belime sarıldığında kulağıma fısıldadın; "Sana Aşığım" birer ışık gibi gördüğüm tüm konuklar bizi duymuşçasına alkışladılar.
Heyecan yapmıyacak, sorulan sorulara "evet" diyecek, balerin papuclarım ezilmesin diye senden önce davranacaktım. Ayrıca seni bağırtmak için yandan bacağını çimdirecektim, ama bunu planladığımı sen orada "ahhh" diye bağırdığında öğrenecektin. ;) O alkışlar arasında bir tek sana sarıldığımı hatırlıyorum. Birde annemingözyaşlarını. Annem ağlarken ve ben sana o an sımsıkı sarılıyorken bir an herşey durdu ve ben çamurlarla oynayan, ağaçlardan inmeyen çocukluğuma gittim. Haklıydı annem ağlamakta... Alara da bu gelinlikten giydiğinde bende ona böyle gözükeceğim. Arabaya binip kornaya basarak uzaklaştıktan sonra müziğin seni bir süre kulaklarımda çaldı gülümsedim. Sana baktım ve ağladım. Bu gün bizin en güzel günümüz. Bu gelinliği giymeden işlediğim tüm günahlara, suçlara tövbelendiğimi ve o sabah huzur dolu uyandığımı hatırlıyorum. Ondan ağlasamda akacak makyaj yoktu yüzümde. Ve ben bunun için en güzel gelindim.
El deymemiş bir hayata hep seninle başlıyordum.
Hayatıma hoş geldin eşim,,,
Öyle güzel hoşbulduk ki, Allah ayırmasın.



20,11,05/02;00

Thursday, November 17, 2005

Sözlerine dikkat et, çekip silahı seni vurabilirim,,!

Sözlerine dikkat et,! Aldatılmak hiç hoşuma gitmez,
acınası bakışlarla bakmadıysam gözlerine sanşlısın.
ya çek git-ya da dur orda...

Hiç kimsenin seni sarsamadığını hissettir bana,
ben gücü severim...
güçlü kolları daha çok severim.
ama sadece "seni hep severim..."

Sözlerine dikkat et,! Onlarla oynamayı çok seviyorum,
oynarken yaralanmayı,
yaralarımı sana sardırtmayı...

Yollarımın senden ayrılmamasından çok hoşnutum,
bakışlarını üzerimde hissetmeyi seviyorum.
seni seviyorum,,,

ama sen gene sözlerine dikkat et,!

Wednesday, November 09, 2005

Ne için yaşanır ki,?

Kredi kartımı atıp, cüzdanımı parçalayıp, cep telefonumu duvarlarda dağıtıp,,,
sadece üzerimdeki giysiler, ve kafamda unutulmuş, yaşanmış bunca güzelliği alıp burdan bir an için bile olsa uzaklaşmayı çok isterdim.

Çok üzgünüm,

Tuesday, November 01, 2005

Tuesday, October 25, 2005

Kör Kuyuda Olsan Bile,,!

Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği,
kuyunun
birine
düşmüş.
Niye düşer, nasıl düşer sormayın.
Eşek bu. Düşmüş işte.
Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki,
üzerine
de
toprak
dökülmüştü.
Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek
isteyen
eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm.
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi
dilinde.
Ayıptır
söylemesi, anırdı yani.
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.
Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor.
Üstelik yaralanmış.
Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden
adamcağız
köylüleri yardıma çağırdı.
Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı.
Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.
Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak
attılar.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde
silkinerek
dibe
döktü.
Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha
yükseldi
ve
sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu.
Köylüler ağzı açık bakakaldı.

(Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır.

(Ne bazeni, çoğu zaman.)

Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.
Bunlarla başetmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp
silkinmek
ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.

Kör kuyuda olsak bile )


--- Yani her ustune sıçan düşmanın değildir, her seni seven de dostun değil,,,, ---


*Bu yazı maille gelen bir yazıdır, kim yazmış bilmiyorum ama çok güzel*

Thursday, October 13, 2005

İlla,

Acımadan kırdığım aynalar,
Bir bir gösterdi gerçeği
Dik Yokuşlarına tırmandığım yolda,
İlla seni sevmişim.

13,10,05 / 01;25

Tuesday, October 11, 2005

Atilla İLHAN Anısına Saygıyla,,!

Paylaşmak istedim en sevdiğim bu benim,,
"sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık .Sana taptık ulan ,unuttun mu ,
sana taptık"

İstanbul Ağrısı

Kanatları parça parça bu Ağustos geceleri
yıldızlar kaynarken
Şangır sungur ayaklarımın dibine dökülen sen
Eğer yine İstanbul'san
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim

Pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Tel Aviv şarkıları
mavi asfaltlara çökmüş diz bağlıyor
Eğer sen yine İstanbul'san
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp ağlayan
Sen eğer yine İstanbul'san
aldanmıyorsam
yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine senin emrindeyim
Utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yani şu bildiğim Atilla İlhan'ı
zehirleyebilirim

Sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
İmtihan çığlıkları yükseliyor Üniversite'den
Tophane İskelesi'nde dizel kamyonları sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
uykusuz dalgalanıyor

ulan İstanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki İstanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin

Eğer sen yine İstanbul'san
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilya'lı balıkçılara,Marsilya'lı dok isçilerine
satır satır okumak istediğim
sen
eğer yine İstanbul'san
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim

Ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
Ölsem,yalnız kalsam,cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda,çarpılsam
hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbul'san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
göz bebeklerimde gezegenler gibi donen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir

Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
Kaç kere yazdım kimbilir
Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül'ünde birader,Mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
Sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık

Atilla İLHAN

Tuesday, September 20, 2005

Son bir şans daha,

Herşeyin bir sanşı daha olmalı. Hayat avcumun içi kadar ve ellerim, parmaklarım çok büyük değiller. Zaman aslında bir bir geçerken toplamı çok ağır gelebiliyor bu bir bir lerin. Anlatmak istediğim çevremdeki herşeye bir sans daha tanıyorum bende dahil olmak üzere, ağrıyan dişimin bile son sanşı bu...

Bu benim son sanşım ve ben herseyi dibine kadar görmeyi-tatmayı-yaşamayı seviyorum. Beni benden mahrum etmeye çalışan her (-şey) (-kez) benim dışımda.

Bu oyunu kimsenin bozmasına izin vermeyeceğim.

Friday, September 16, 2005

Eskici,

Eskiden yeterdim kendime
Artardım bile
Şimdi ne yapsam nafile
Ve
Kim demiş can eskimez diye
Bu can tedirgin tende
Can da eskimiş
Ben de..

Bedri Rahmi EYÜPOĞLU

Bu şiiri ilk defa bugun okudum, ve ne şahane bir şiirmiş. Bedri Rahmi' nin sadece üç dil şiirini bilirdim. Bugün hayatını ve diğer şiirlerini okudum. İçlernde beni en çok etkileyen buydu. Belki içinde bulunduğum durumdan belki,, belki,,

Wednesday, September 07, 2005

Benimle Ol,

Bende zincirlere sığmayan o deli sevdalardan
Kızgın çöllerde rastlanmayan büyülü rüyalardan
Kolay kolay taşınmayan doludizgin duygulardan
Yalanlardan dolanlardan daha güçlü bir yürek var

"Haydi gel benimle ol oturup yıldızlardan
Bakalım dünyadaki neslimize
Ordaki sevgililer özenip birer birer
Gün olur erişirler ikimize"


Uzanıp yüreğinin ateşiyle yeniden
Yıldızları tek tek yakacağım
Sarılıp güneşlere sevgimizle göklerden
Mavi mavi taçlar takacağım

Söz: Aysel GÜREL
Müzik: Onno TUNÇ
Sezen AKSU

Monday, September 05, 2005

Firari

Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin
Sana kafir dediler, diş biledim Hak'ka bile
Topladın saçtığı altınların yüzlerce elin
Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile.

Sana çirkin demedim ben, kafir demedim
Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin
Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim
Bu firar aklına nereden, ne zaman esti senin.

Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine
Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek.
Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine
Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek.

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Thursday, August 25, 2005

Nefessizim,,,

Eksik günlerin ertesinde, gözyaşının hesabını kime sormalıyım.

Bir adım bile atamam.

Ellerimin bedenime dokunmaya tiksindiği anların birinde yazıyorum bu satırları. Herşey ve herkez yabancı. Ve yabancılığa alışmam unutmama yetmiyor. Eğer alışırsam ben yabancı olduğum anlara, yeni yabancılıklar getiricem peşimden biliyorum.
Bu yatak buz gibi. Gel..!

Bencillik yapmak istiyorum. Ben ve benimler için soluk almak istiyorum. Ayrılık geliyor aklıma, ağlıyorum. Bağıra bağıra söylüyorum. "Karakolda ayna var, ayna var. Kız kolunda damga var, damga var. Gözlerinden bellidir cevriyem... Sende kara sevda var.. Moryada fosforlum. Sende kara sevda var...
Dün akıtmadığım gözyaşlarımı şimdi tutamıyorum.

Dolunay aydınlığında, pencere kenarında ışıldamak için sıramı bekliyorum.
Gel sevgilim...

Nefessizim bu gece...

24,08,05 / 23;34

Wednesday, July 27, 2005

Zaman

Çayda akan su gibi , çölde esen yel gibi
Iste bir günü daha kayboldu ömrümün.
Ben ben oldukça iki günün gamini bir çekmem.
Biri geçip giden gün biri gelecek gün.

Ömer HAYYAM

Monday, July 04, 2005

Kıymetli Bir Gün,

Anımsıyorum,
Gece uykum çok bölündü, şimşekler çaktı-gök gürledi duydum yağmurun sesine eşlik eden her şeyi.
Bir soru hatırlıyorum, kıymetlilerimle ilgili. En çok ne yapabilirsin dediklerinde "yaşarım" dediğimi anımsıyorum.
Ve bu sabah o yüzden ben böyleyim.
Sevgimden yaşarım dedim, ve oyle mutlu yaşıyorum ki şu an sesim cıvıl cıvıl doluyor kulaklara.
Bugün yeni anlamış gibiyim sevebildiğimi.

Friday, July 01, 2005

Bazen,

Bu şehrin, yaşadığım evin, taşıdığım kalbin birer hapishane olduğunu zannediyorum.
Şehir hapsettiğinde başka şehirlere gidiyorum o an her şey uzak.
Ev hapsettiğinde başka arkadaşların evinde bulaşık yıkamak zevkli olabiliyor.
Kalbim hapsettiğinde ki bu daha basit. Susuyorum susuyorum - susup susup unutuyorum.

Dengesizliği kabul ediyorum.

Çok sevdiğim denizini bu şehrin, başka denizlere tercih etmeyi,
Rahatladığım mutfak masamı ve ufak televizyonumu başka evlerde eğrelti oturmaya tercih etmeyi,
Kabul edebiliyorum.

Kalbimin hükümsüzlüğünü anlamıyorum işte. O kadar sessiz ki, yeter artık yeter diye bedenimi sıkıştırmasını seyrediyorum.

Kalbim gel gitme,,,

Thursday, June 30, 2005

Burdayım

Tatilin hangisi kötü olabilir ki,
Tatilimin güzel geçmesi tatillere olan korkumu geçiremiyor ama ;)

Dans, uyku, yemek yemek, dondurma, fringles, adana kebap, dürüm, kilo almaya çalışmak, yüzme, güneş, kum, hediyeler, gezmek tozmak, güneşin batışını doğuşunu deniz üzerinde seyretmek ayaklanıp dans etmek dilinde en güzel şarkılarla, kavga etmek, gülmek, sabahları plansız bir şekilde güne başlamak, hatta o günün hangi gün oldugunu unutup saat bile taşımamak, cep telefonu ve dahili hatlardan oldukça uzak olmak, en önemlisi dinlenirken bile sevmek, sevmek.

Tuesday, June 14, 2005

Tatile az kaldı,

Tatile çıkmama az kaldı, daha fazla yorulmak için mi? dinlenmek için mi? çıkıyorum şu an için bunu bilmiyorum. Döndüğüm zaman yazıcam bunu kestirebiliyorum ama.

Şu an bildiğin tek şey var, BOĞULUYORUM...!

BOĞULUYORUM, BOĞULUYORUM,

Tuesday, May 24, 2005

Gel Yeter

Hangi gün
Söyle hangi gün
Açıyor birer birer çiçekler

Gel yeter

Olmasın elinde çiçekler
Yorgun, bitgin, habersiz çıkıp gel

Ansızın o sokak köşesinden
Biraz suçlu, biraz dağınık gel yeter

İster bir saat sürsün gel yeter
İster bir ömür geçsin gel yeter
İstersen dursun dünya
İstersen dönsün hızla

Farketmez son kez olsun gel yeter

Candan Erçetin Hazırım Albümü (1996)


* Bekliyorum; koyverip gittim kendimi,,, *

Thursday, May 19, 2005

Çok Masallar Dinledim

Çok masallar dinledim hayatta. Hayat-ki bir benzerinin diğerine anlattığı bir masal. Kimi zaman prenses oldum, bazen bir temizlikçi kız, bazen ufak kız çocuğu, bazen anne, bazen abla, bazen abi, bazen baba...

Hayat bumu?
Bir diğerinin diğerine yaşattığı masal mı?

Kolay değil bir şeyler.

Bir masal dinliyorum şu an, saçlarım dizlerine çöreklenmiş ve nutkum tutuk bir şekilde dinliyorum seni. Issız cehennemlerden nasıl da kulak kesildim geldim sana. Anlat bana bildiklerini diye. Dinleyip duruyorum seni.

Bir gözümden diğerine sakınıp kolluyorum seni. Sen beni uyuttuğunda ben uyanıp seni izliyorum. Üşüme diye sarılıyorum sımsıkı sana. Ve başlıyorum fısıldamaya...
Bildiklerin yalan, Anlattıkların avuntu, Ve sen yoksun...
Ben biliyorum ve tekrar tekrar söylüyorum...
"Sizin dünyanız benim basitliğimden öç alıyor"

Savunun kendinizi, yalan yaşatıyorlar size. Yalan sarılıp-yalan öpücükler konuyor dudaklarınıza.

Hiç bir insan yılana sarılıp uyumuşmudur cennet gördüğü cehennemde? Onu bilerek üşümüşmüdür koca yatakta?

Hayat bumu?
Bukadar mı?

Hep kahır, hep kahır, hep kahır,,, Bıktım Ben. (Cem KARACA)

Wednesday, May 11, 2005

Beklemek - Ertelemek - Unutmak

Dün yorgundum, düşünmekten. O kadar çok daldı ki gözlerim, ne düşündüğümü bilmeden baktım durdum neye baktığımı bilmeden.

Bugün üstüne gidiyorum kendimin. Hareket halimden dura kalmış kıza yaklaşıyorum, beni fark edecek gücü yok. Masamda babamın hediye ettiği mis kokulu mor çiçekler camdan esen rüzgarla burnuma doluyorlar, çok güzel kokuyorlar. Sanki beni bir yere davet ediyor bu güzel kokular. Artık çok yavan bir hayatım var, beni rahatsız eden bumu,?

Beklemek: unutmanın giriş bölümü.
Hiç bir şey beklemenin huzursuzluğunu iliklerinde hissetmişmidir bir insan?
Hissetmesin acıdır.
Gelmez çünkü... Bekleten herşey nankör, bekleyen herşey zavallıdır şu durumda.

Ertelemek: unutmanın gelişme bölümü.
Neyi ertelediğini unutup daha olaylar gelişecekken, unutmak için hatırlamışmıdır hiç bir insan. Tekrar tekrar benim yaptığım gibi.
Yapmasın acıdır.

Unutmak: unutmanın sonuç bölümüdür.
İsmini değiştirip başka bir kente taşınmaktır unutmak.
Etiketini değiştirip tekrar raflara koymaktır bir şeyi.
Unutmak bir daha asla onu hatırlıyamamaktır. Di-li geçmiş zamanlarda dolaşırken.
Unutmak kendini kandırmaktır. Şimdiki zamanda, ben burdayken.

Biliyormusun bunlarda benim deli saçmalarımdan başka bir şey değil diyorum bir yandan da ifade edemiyorum bunların doğrularını. Yada gene uydurmak istedim bir şeyler...

Ve biliyormusun benim hiç bir beklentim yok. Ve bu olay şu an için geçerli. Şu an ne kadar uzun/kısa bunuda bilmiyorum.

Yalın söylüyor; Ben bilmem unutmayı ben bilmem,,! (Bak bu gerçek hem güzel bir şarkı)
Kimsenin inanarak kapılacağı bir aşk yokken sen nerden çıktın
Duyduğum iki sözün biri yalanken seni kim böyle sakladı
Anlamadım daha önce nelere yıprandığını
Sorun bende mi anlamadım
Biz bu aşkla göklere
Duyulmamış düşlere
Kirlenmiş hayallere uçacaktık
Ben bilmem unutmayı ben bilmem
Yüreğimde ağırlığın
Sana esir canımla bu yollardan geçemem
Ben Bilmem / Yalın

Tuesday, May 10, 2005

Kardeşim ve Yeğenimden Mektup

Canım Ablam,

Hayatın boyunca mutluluklar hep seninle olsun. Hakediyorsun. Sevgin için savaş, yorulma. Çünkü kazanan sen olacaksın.

Herşey için teşekkürler. Yeğenin ve ben seni çok seviyoruz.
(Markacı Teyzemiz'e ;))

Kardeşin.

Monday, May 09, 2005

Uyurken

Aldığım en güzel hediyeydi,
Bu gece koklayıp,
yüzümü sürdüğüm.

Güzel saçların ellerimdeydi,
Uyurken.

Friday, May 06, 2005

Sevgiliye,,,

2 Ekim 2004 Cumartesi günüydü bu maili oglen arasinda bos kalan internet bilgisayarında okuduğumda. Utanmıştım, ve hiç bu kadar sevinemezdim. Tüm mutluluğumla öyle bir çalıştım ki gece 24;00 olduğunda fabrikadan nasıl çıktığımı nasıl eve gidip mutluluktan uyuyamadığımı daha dün gibi hatırlıyorum.

-----------
Sevgiliye

seni sabahın 8 inde sevdim
elimde bir sigara
sigara içtiğime hiç bu kadar sevinmemiştim

tembel olduğumdan o fabrikaya geldim
o perdelerin ardında gördüm güneşimi
tembel olduğuma hiç bu kadar sevinmemiştim

100 kontör beni 3 ay idare ederdi
10 günde 250 kontor yedim
kontörümün bittiğine hiç bu kadar sevinmemiştim

sabah beni uyandıranın sülalesine söverdim
bir sabah telefonum çaldı sabahın 8 iydi yine
sabahleyin uyandırıldığıma hiç bu kadar sevinmemiştim

benim ömrüm gülmekle geçti
hep esprilerimi kendim için yapardım başkası için diil
başka birinin gülmesine hiç bu kadar sevinmemiştim

yıllarca insanları umursamadan yaşadım
insanlar genelde beni severdi
ama birinin beni sevmesine hiç bu kadar sevinmemiştim

ben hayatım boyunca hiç bu kadar sevinmemiştim

Ama ötesi

ben pek üzülmem herşeyin Allahtan geldiğine inanırım vardır bir hayır derim

ömrümde ilk defa bir nefese ihtiyaç duydum bir gece yarısı

ilk defa ömrümde birinden yardım istedim

istediğim titreyen ellerimi normale döndürmek diildi

onu görmem için nefes almam gerekiyordu ve ben orda nefes alamıyordum

nefesim olmasını istedim bir gece yarısı

o yanımda diildi

üzüldüm ve ben ömrümde hiç bu kadar üzülmemiştim

Ama daha ötesi

benim ağzımdan çıkan her lafın her zaman arkasında durdum

ama benim bakmaya kıyamadığım

bir gözümden ötekine sakındığım

o ağızdan çıkan laflardan kırıldı

kurduğum cümlelerin ne önemi kaldı

hangi cümle onun orda kırıldığı incindiği gerçeğini değiştirir ki

hiç biri

ve ben yine üzüldüm

Aşk acıdır dedikleri bumuydu

yoksa daha hiçbirşey görmedim mi?

söz bahanedir

bir insanı diğerine yaklaştıran şey söz değil

belkide ikisindede bulunan ruhi birliktelikteden bir parçadır

sözlerimi ağzımdan diil kalbimden dinleyin

aynı şeylerimi anlıyacaksınız

Ama dahada ötesi

acı veya tatlı

huzur istiyorum mutlu olmak mutlu etmek

kavga gürültü değil

benimle omuz omuza yürüyecek bir dayanak istiyorum

dayanacak hiç bir yerim kalmadı

büyüdük çünkü

insanları tanıdık

ben şanslıydım çünkü hep kendim ayakta kalmaya çalıştım

ve hep kaldım

ama artık ulaşacağım yerlerin neye yarayacağını göremez oldum

okuduğum okul

kazandığım para

oturduğum ev

bindiğim araba

sonsuz özgürlük

geldiğim mevki

70 yaşında bir evde bir başına otururken

tüm bunların hesabını yapmak istemiyorum

Ama en ötesi

Seviyorum Seni

bunun ötesi yok


----------

Wednesday, May 04, 2005

Sevgiyle,,,

Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin
Tekkede , manastırda eremezsin
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin cehennemin üstündesin

Bir sır daha var , çözdüklerimden başka
Bir ışık daha var , bu ışıklardan başka
Hiç bir yaptığınla yetinme , geç öteye !
Bir şey daha var , bütün yaptıklarından başka

ÖMER HAYYAM

Friday, April 29, 2005

Masal

- Bana bu gece masal anlatsana,?

- Bir prenses varmış bu prenses çok güzelmiş, çok tatlıymış. Güldüğü zaman böyle acayipşeker bir şey oluyormuş. Sonra bir gün bir adam sarayın kapısına gelmiş demiş ki; prenses prenses açsanda şu kapıyı soluklansam şurda iki dakika.

- Prenses ne yapmış,?

- Sonra adam girmiş içeri. Prenses sormuş nerden gelip nereye gidiyorsun. Adamda nerden geldiğimi bilmiyorum, nereye gideceğimi hiç bilmiyorum.

- Prenses ne demiş,?

- Ben burda çok yanlızım, benimle kalırmısın demiş. Adam kalmam demiş.

- Prenses ne demiş,?

- Burası çok kirli bak her yer örümcek bağlı, bunlar benide senide ısırır ama istersen benimle gel bir dere kenarı bulalım bir şato yerine bir evde oturalım bahçe yaparız önüne ağaç dikeriz demiş, çitleri olur hiç bir şey gelemez demiş.

- Prenses ne demiş,?

- Prenses ne demiş,?

- Prenses örümcekleri iyi sanırmış ama ağ kurup hayat kurtaran örümcek sokup canda alırmış. Nasıl ki bir insan Peygamber huylu olurken öbürü şeytan huylu olabileceği gibi.

- Yanlızlık demiş adam, aslında yanlız olmak istiyormuş ve sormuş prensese; benim yanlızım olurmusun,? demiş. Ve beni yanlızlığına beni eklermisin demiş.

- Prenses ne demiş, prenses söyler ama adamın o günden sonra yanlızlığı prenses olmuş.

- Prenses ne yapmış,?

- Prenses gitmiş yolcuyla beraber, yolcunun yoluna katmış kalbini ama yolcu onu hiç ezmemiş. Örüncek ağından giydiği hırkayı çıkartmamış yolcu ona nasıl giymesi gerektiğini öğretmiş. Kabullenmiş sevmiş. Bir çınar usulluğunda kök sala sala toprağa göğe yükselmiş severken yolcuyu prenses. Prenses Yolcuyu Hep sevecekmiş.

Thursday, April 21, 2005

Şimdi

Şimdi
Sana
.Suskunluğumu bıraktım; dinle
.Derli toplu yüreğimi dağıttın; seyret
.İki elin kanda kalmış; ağla

Yaşadıklarımızı yazmadım hiç; ama sen,

....................Unutamıyacaksın biliyorum..!

Şimdi
Ben
.Ömrümün son günü gelmiş; dinliyorum
.Sevgi kırıntılarım bile toplanmış; seyrediyorum
.Kalbim ellerinin arasında; ağlıyorum

Yaşadığımızı yazdım şimdi; ve ben


....................Unutmıyacağım biliyorum..!

21,04,05 / 16;15

Wednesday, April 20, 2005

Bende Kal

Bir tohum verdin
çiçeğini al
Bir çekirdek verdin
Ağacını al
Bir dal verdin
Ormanını al
Dünyamı verdim sana
Bende kal

(Aziz Nesin)

Monday, April 18, 2005

Bir Rüyaydı,

06;30 telefonum caliyor duyuyorum. Ama rüyadayım onunda farkındayım. Rüya ile gerçek arasında kalmışım uyanmalımıyım devammı etmeliyim onun sersemliğiyle (bu hali çok sever çok da nefret ederim) telefonu kapatmişim. Taki diğer telefonumun çalmasıyla 06;35 gene açamıyorum gözlerimi. Gün bu günün sabahın körü. Zil çalıyor zil çalıyor, uyanamıyorum ama rüyamda kalkıp kapıyı açıyorum. ;) Elinde papatyalarla adam karşımda. Papatyayımı daha çok seviyorum senimi daha çok seviyordum acaba,? Hanginiz daha tatlısınız,? Diye aklımdan geçiriyorken; papatyalara saldırıp boynuna atlıyorum ;) Hep yaptığım gibi...
O kadar gerçek bir rüyaydı ki, bahar kokuyor papatyalar ve Oda senin kokunla esip geçiyor.
07:00 telefonlar iptal. Bu sefer cidden kapı zili çalıyor, irkildim acaba dedim. Ranzadan aşağı merdiven kullanmadan öyle bir hopladımki tahtalar zangırdadı. Hemen kapıyı otomatiğine bastım, tahta kapıyı açtım uzun holde ilerledim. demir kapıya doğru... dışarıda bir gölge bile yok. Kafamı dışarı çıkarttım, sağa-sola bakıyorum gelmiş ve gitmiş hiç kimse yok. Peki zil,? Zile kim bastı...

;)
Velhasıl bin kelam. Bugün bir demet papatya aldım, ve beni mis kokusuyla uyandırdı. Rüya yada gerçek ne fark eder. Bundan daha fazla mutlu olamam ki..

;)

Friday, April 15, 2005

Serserinim

Serserinim gün aksam bilmem, kalbinden baska yer mekan bilmem
Kandil olmus tutusmus kül duman bilmem
Güzel gözlerinin meyhanesinde

Evvel zaman içindeymisiz, dünya alem disindaymisiz
Her dem senin askindaymisiz
Güzel gözlerinin meyhanesinde

Bir bilsem ki ne hallerdeyim, kaybolmusum nerelerdeyim
Bir gün dudakta, bir gün tendeyim
Güzel gözlerinin meyhanesinde

(Fikret Kızılok)

Wednesday, April 13, 2005

Kal Yanımda

Her gün sabahtan akşama
Saatinle başbaşa
Kalmadı takvimde tek bir sayfa
Kuruyup solma aynaya baka baka
Ne söyleyeceksen söyle sen dobra dobra
Biliyorum yalnızsın sabahtan akşama
Söylemek istiyorsun bir şeyler bana
Ya da vurmak yüzümün ortasına
Ne yapacaksan yap artık hadi durma
Hadi durma
Hadi durma
Hadi vur
Hadi vur bana
Sanki bir şeyler var arkanda
Anlatmaya korkuyorsun bana
Hadi durma hadi vur bana
Bırak onları kal yanımda

(Manga)

Wednesday, March 23, 2005

Merhaba,

Uzun zamandır yazamıyordum, yazmak istemiyor, yazsam da yarim birakiyordum. Ben ki- yazmayı cok severdim. Su an bekliyorum. Belki burasi ozlemimi giderir. Ve bende yazabilirim tekrar, tekrar. Daha öncesinde cesur davranarak yaşadığım-hatırlamak istemediklerimi yazmış ve en iyi yazılarım olarak taktir etmiş/toplamıştım. Şimdi ise perdeyi aralamak istiyorum.
Merhaba Ebda,,,

Burası Elalminda,,!

Tuesday, March 22, 2005

Bu Kadın

Bir kadın var, geceden daha kara Tutkunun en acılı dokunuşu var parmaklarında


Ve
Kör eden bakışları...
Kimseyi takip etmediğini biliyorum
Korkular hep bu kadınla, çok vakitsiz, çok aşık
Duvar kadar soğuk aslında, bilmiyoruz onu...



Çocukluğunu satmış da gelmiş
Kadınlığı karnındaki düş
Düş, kaçtığı her bakış


Satürn'den gelmiş, pek bir beğenir kendisini,
Satürn gibi etrafı toz bulutu
Bu siste her kucağı sanar da mutluluk ona koşar gider
Yeter ki sev
Vazgeçmeyi sevmez
Ama onu sevmek zor
Kapıdan içeri giren çoğu kez koşar da uzaklaşır
Ömür törpüsü sanki ;)


Bakma güldüğüne. İçi kara. Korkutuyor bu gerçeklik
Rahatsız eder çok kere
İstemezsin onu
Kimse böyle şefkatli olmamıştı annenden sonra,

Korkutur seni,
'Kim bu?' diye sorarsın

Hızlı atar adımlarını
İz bırakır!
Sevsen de sevmesen de iz taşıtır sana
Gençliğine aldanma
Çocukluğunu satmış da gelmiş
Alnından bir öpücükle uçurmuş tüm kelebekleri
Örümcek ağından hırka dokumuş kendine
Hamam böceklerini düğme yapmış
Korkasın ondan diye,
Sevesin onu diye
Duvar kadar soğuk aslında bu kadın
Bu kadın intihar kadar yalnız, su kadar çürük
Bakma güldüğüne
Kaçarken gülüyor o, kaçırma gözlerini ondan, asla!
Çocuk olacak kadar büyümemiş aslında
Teni tütün, sesi rakı kokar,
O bir papatya sever, beyazın en onurlu dokunuşu
Evin yaban gülü bu kadın dişilikle çocukluk arasında kalmış
Garipseme onu sevmeyi biliyor o...


Polyanna oymuş,
O romandaki sarışın aptal kız oymuş

Kurtulmak istemiş
Hiçbir zaman yıkılmayacak kale misali, bu o olmalıymış
Sarı saçlarından kurtarmış kendini
Gel zaman, git zaman
Ölümler olmuş, hasret doğmuş, düşmüş
Her şey düş-müş
Bir gün düşleri pilsiz kalmış
Polyanna'yı boğmuş önce, sonra asmış
Şimdi her şey daha bir güzel
O da beğeniyor kendini zaten


Korkuyor kendinden,
Gizemi yakalanmış kırmızı akrep olmaktan da...
Psikopat gibi gülüyor, geçmişin melodileri çınlayınca kulaklarında
Onunla fazla konuşmanın beyninde parmak izi bıraktığını iddia ediyor bir dostu,
Dostsa; düşleri eriten kan lekesi sadece,
Dostun elini arar
Çölün ortasında kanlar içinde uyurken
Ağlar,
Ağlatma şu kadını,
Ankara ayazı gibi ürkek,
Bursa lodosu gibi tedirgin,
İzmir güneşi gibi şehvetli
Bu kadın ağlarken psikopat gibi
Kadınlığı hırslı ve onurlu,
En kırmızı şarap kadınlığı
Her şey parmaklarının ucunda, dudaklarında
Her gün işten kovduğu makinisti ve buharlı beyni kadınlığı
Kadınlığı ulaşamayacağın kadar derinde
Almak için ölmek zorunda kalacağın kadar bakire,!

Bu kadın anne
Bu kadın tutsak düşlerine

Bu kadın sabah uyanıp da hatırlamadığın rüyalar
Martılara attığın yürek bu kadın
İşte o kadar özgür
Bu kadın gözlerinde,


Bu kadın kin,
Bu kadın sarhoş,
Sarhoş eder her içine çekişinde


Gider bu kadın, süzüle süzüle ellerinden
Dilinde ateşle yaklaşma bu kadına,
Teni tütün, sesi rakı kokar,
Düş satar yitirmişlere
Sonsuz kuyunun, en iyi prim yapan satış elemanı o aslında...


Dili yürek, saçı kül bir anne o
Delik deşik eder adamı, bir kurt kadar hırçın,
Tutun ellerini şunun, al onu kucağına, sırılsıklam aşık ol bu kadına,
Gel bu korkunun kucağına, asi ol ve isyan et


Gönderdiği sinüzoidal eğrileri görüyorsun değil mi?
Bir intihar bu kadın, ümitsizlikte yalan söylemeyen
Adi bir kadın aslında


Bir hayat bu kadın seçimi dudaklarında kalan,
Kırmızı bu kadın,
Meyhane bu kadın


Bu kadın meydan okuyor sana,
“ Bilmediğin her şey bende,

Güzel olan ne varsa bende! ”
Yazgın bu kadın, sonran bu kadın
Erteleyemeyeceğin zaman bu kadın


Bu yol senin
Taşıdığın bu iz senin
O yoksa aşk yok biliyorsun!


Yiğitler çıktı meydana
İkisi de birbirinden korkak
Biri anne, diğeri baba
Bir düş içlerinde taşıdıkları yürek
Kör karanlık, kör aşık
Gözdeki leke, kızıl alevlerin çevirdiği cehennem



Bu son rüya!


Benimle misin?



Taşıdığın kadınlığı sev ki kadının seni sevsin, kadınlarınızı yitirmemeniz dileklerimle...

Monday, March 21, 2005

İlk Ayrılığım

Başından beri biliyorum
Göbek bağımdan ayrıldığım o acı günden beri,

Biliyorum.

Her şeyden böyle ayrılacağımı.

Sunday, March 20, 2005

Bencil Aşklara Ait - III (Olmadı)

İsmini anasım gelmiyor. Unutmalıyım sondan-başa doğru.

Kurbağayı neden sevdiğimi hiç düşündün mü?
Aman bırak sevilecek başka hayvan yok mu demekten başka.
Hiç ciddiye aldın mı beni?
Etrafındaki kalabalık kadar değerim oldu mu?
Neyim ben ve neydim önce?


Neden kelebekleri sevmem bilir misin?

Papatyaya aşık gözlerle bakarım, hiç gördün mü?

Beni biliyor musun?
Yıkılmışsın-yıkmışsın.
Savrulmuşsun-savurmuşsun.
Ne yaşadıysan bana da yaşatmışsın.


Anlamadın beni. ;(
Belki delice ama keşke kıskanabilseydim seni. Çevrendekilerin avuçlarına nasıl kilo kilo dolduğunu anlardım belki.

Her şey lafta değil efendi; seviyorsun-seviyorlar-seviyoruz.
En güzel seviyor-u küfürbaz söyler.
Sakınamaz hiçbir şeyi-kilolayamaz.

Düşmüşsün bir yerlere-üzülemiyorum.
Sustu mu seven-gider.
Nerde seven-sevilen?

Yönetmen; tutmadı bu dizi.

Seni Seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum,......
Kırka tamamladın mı vaktin birinde sevdimleri, baktım; neydi bu kelimenin anlamı?

Seni yi kaldırdım, seni ekledim; olmadı.
Seviyorum u kaldırdım, seni ekledim; olmadı.
Seni seviyorum u kaldırdım, seni yazdım; olmadı.

Sen.
Evet.


YAZIMSILAR - XIII

Saturday, March 19, 2005

Bencil Aşklara Ait - II (Yara-Yaralar)

Aramıyorum kimseyi çünkü çok garip bu iki hafta. Benimle vakit geçirmek istiyorlar. Bu kadar mutlu edebiliyor muyum ben birini bakarak? Neden bana papatya alıyorlar peki? Türlü notlarla çikolata bulmaca oynuyoruz hep beraber. Neden bir telaş var çevremde? Sağlığım iyi bence. Onlar böyle yapınca birkaç kilonun lafını edip korkuyorum ben de. Yer değiştiriyor gün boyunca her şey.

Neler oluyor bana ve bizlere. Anlatmak istemiyorum, korkmayıp üstüne gitmek istediğim her şeyi bir sabah uyanıp terk ettiğimi biliyorum. Dedim ki buysan ve bu kadarsan terk ediyorum seni.

Sevilen bencilliğine gömülmüş.
Kazsam ne çıkar o çürük yaradan,
Yarayı açan pansuman yapmalıdır.
Ben sana hemşirelik yapamam.
Sen bir yarasın, kalbinse kabuğu.
Kabuğu açıp beni bastırsan yarana.
Kimin canı daha çok acır. Senin mi? Benim mi?

Sen bir felakettin ben de intihar.
Aldın beni derinine,
Dedin ki; korkma bitti-geçti-iyiyim.
Haydi uyu orda bir yerlerde.
Güvendim-inandım sana.
Kanını emmemek için orda ak ve pak kaldım. Sevdim seni.
Yarayı deşen parmağa da yakışır iğne.

Mikrop bulaşır. Bulaştı bana da.
Bende koca bir yarayım şimdi.
Yaramı yarıp kurtulsam olur mu, özlerken evimi.
Bak beni de seyrediyorlar,
Hemşireler, tanıdığım ifadelerle yaklaşıyorlar bana.

Bak,
Bana bak.
Kadavra olmuş yüreğim.
Bağışlasam da kendimi, kimin canını yaksam?

Bilirsin zor inanırım.

Bahanesin sen.
En güzel heyecanımı kudurtup, salıverdin beni.
Vursam kendimi, kapının önünde.
Bak bana, ne yaptın böyle.
Nasıl inandım, bir yılanın bana sarılırken tadıma bakmayacağına.

Biliyorum; bedava ilaçlar sunacaklar bana.
Şimdi istediğim bu.
Yavaş yavaş konuşacak benimle.
Anlamaz ki, her uzanan elin beni mutlu edebileceğini.
Arkadaş olacak bana.
Anlatıcağım on, sarılacak bana.
Başımı omzuna bastırıp, saçlarımla oynayacak.
Mutlu olduğum her nameyi fısıldayacak kulağıma.
Ağacın dalından sarkarak içerken, kesilen çığlıklarımın ardından ben bu dünyanın diye başlayacak kurduğum cümleler.
Dünyam olmak isteyecek.
Kurbağanın dostu olmaz bilmiyor ki bu hayvan bunu.
Kaçacağım, kaçtıkca merak uyandıracağım.

Açıp kabuğumu onu kanatmamı istiyor, kutsal adalet için.

Canı acıyor.

Her aşk yaradır,
İstersen seni baştan yaratır.
Güç sende, önce beyninde.
Yaran varsa gocunma! Kimseye bulaştırma.!
Cesur olmalısın, bizim kadar...


Yazımsılar - XII

Friday, March 18, 2005

Bencil Aşklara Ait - I (Yolcu)

Kararları tek başına almaya başladığın günden beri ben yalnızım. Ben tek başıma, başım kaşına kaşına yoğuruyorum sana yönelen her bir gerçeği.

Eve şimdi geldim ve saat hayli geç oldu. Hayret evdekiler giriş kapılarını kilitlememişler. Geç kalmama kimse sesini çıkartmadı. Bir benle takıldım bu gece herşeye...

Nescafe'nin içine; birbirimize hediye diye aldığımız çikolataları attık. Elim eline sığıyordu – ellerim ellerine dar geliyordu.

Aynı gecelerde aynı düşü görüp gecenin bir yarısı telefona saldıran ve meşgul tonu duyan iki insanız biz. Uzun periyotlarla görüşüyoruz ve o kadar basit bu...

Plansız ve bir o kadar da aynı.

Aynaya bakmayı ben çok severim zaten ;)

Evet biraz sarhoşum. İki haftadır üzülüyorum, paylaşım olan her şeyin kara kaplı deftere yazılıp ranzanın altına saklanıyor oluşuna... Pay-payla-paylaşım.

Pay; Senin yada benim adıma düşen hak.
Payla; Elindekileri bir sana, bir bana eşit olarak dağıt.
Paylaşım; Senin yapamadığın! Benimse korkusuzca “Beni payla” diye sana yalvarışım.

Ne çok anlamlar çıkartıyorum gecenin bu saatinde. Sevgili kurbağam fidel ve oğulları fidelin oğlu-1, fidelin oğlu-2, ..., o kadar çok ki kurbağalarım.

Bana bakıyorlar, sevimli pörtır (pörtlek diyemez o) gözleri çok canlı. Fırfır ise yatağımın yanında kalemi kağıdı bırakıp ona sarılmamı bekliyor, ben onu ısıtırken sen beni üşütüyorsun!

Dışarısı soğuk ve ben uyumalıyım. Tüm gün su içmemeliyim. ;) Karnım sabahtan beri aç. Kahve, çikolata, alkol karnımı doyurmaz ki. Ayyaş mıyım ben ya ;( Hayallerim kırıldı mı saldırıyorum her şeye.

Dün gece doktora gittik. Üzüntü sonucu mide ağrıları. Üzülmeden bir hayat geçirmeyi öneriyor doktor, dövüp uzaklaşmalı mıydım ;) Durgunlaşmışım öyle dediler bana. " Neyin var kız? " Sorusunun cevabı öyle uzun ki. Anlamazlar. “ Hiçbir şeyim yok ” Aslında bir çok şeyim var demek, anlamazlar. İyiler onlar, beni mutlu etmeye çalışıyorlar, beni arıyorlar telefonla.

Çikolata alıyorlar bana. Uykuluk ve kokoreç yemeğe gidiyoruz denize karşı. Beni mutlu etmeye çalışıyor herkes. Herkes deyip de bu kelimeyle küçümsediğim mutluluktan korkmayan kimseler. Bana nasılsın “ Canım ” diyor bir kısmı, bir kısmı da “ Özledim seni ”. Nasıl özlemişim bilmezsin. Hissediyorum; basitliğimin farkındalar. Bir tabak dolusu pizza kraker yanında limonlu gazozla Ninja Kaplumbağaları seyrederken, ben Mikelanjeloyum, sen Donatello, sen Rafael, sen Sprinter Usta çığlıkları arasında çekilen fotoğraf neşe kaynağımız oluyor. Beni biliyorlar, çocuk usluluğumu biliyorlar. Çünkü son sözü başta söylüyorum ve gaz yapmıyorum onlara ve herkese.

Karanlığında kaybolamam daha fazla. Gencim, güzelim. Sarhoş da oluyorum dilediğimce.( Bu kadar duru bir akıl, sarhoşluğu kabul etmez ama adı bu olsun.) Ayaklarım toprak benim, hiç uçmam havalarda.
Biz; sen-ben diye ayrıldığında cümleye başlarken, sende ben artmıştır artık.

Artık; yetti gidiyorum.
Artık; fazla gelmiş olan.
Artık; eskimiş, çöpleşmiş olan.
Artık; usanılmışlık olan.
Artık; hayatındaki, kırmızı koltuğu istemiyorum.

Yetti gidiyorum.

Yetti; yetmek fiili.
Yetti; fazla gelmek.
Yetti; yetti be senle mi uğraşıcam.
Yetti; yetti gayri sesim duyulmaz olmuş olan.
Yetti; doydum.
Yetti; bitti.

Al işte karar veriyorum senin adına da benim adıma da, üstüne soda içsen bile hazmedemezsin. Bulandın su misali, ağırlaştım gölgende. Kaldıramazsın.
Kaldıramazsan, kaldırılar gülüm ;)


Paylaşmaya önce bana, sevmeye önce 'ben' diye başlarsan eğer, yıkılan binanın artan tuğlaları ziyan olmasın diye duvarlar örersin kendine.

Paylaşmak ve sevgi; önce 'O' dedirtir.

Her şeyinin bu denli basit olduğu birinin üstüne ben Zorroyum, hurra diye atlaman senin gibi Süpermen'lere davetiye çıkartıyorlar bana bulaşmaları için. Sen o “Z” harfini kendi kaba tarafına kazı.

Korkma, ben korkmuyorum. Kendimi kaybetmedim ki ben, bu kadar gerçekçi olmak can sıkıyor değil mi, ne hoş.

Şimdi hiçlerim olan her şeylerini git paylaş onlarla.

Bencil bir aşk öyküsü bu.

İsmim gibiyim ben, kuralları sevemeyen. Sevince önce o diyen.

Basitim-basitsin.

Basit; birleşik ve karışık olmayan.
Basit; rahat olan.
Basit; ne olduğunun farkında olup rol yapmayan.

Rakı kokuyorum, çakmak çakasım var ağzımın içine. Yüzüne ejderha gibi hohlayabilmek için...

Elin ayrılığın elinde, dilin tüm hayallerimizi sökmüş!

En büyük küfrü kendime ediyorum; " Aslan Kral benim. "

YAZIMSILAR - XI

Thursday, March 17, 2005

Gene Sen

Geçen gün eczaneden uyku getirici aldım,
gene paketten sen çiktın,
kapsül kapsül
uyku kaçırıcı,

Wednesday, March 16, 2005

Defolun, Defo olun,

Büyük puntolu insanlar arasındaki,
gözleri kör ve bakire bakışları olan,
ağlarken gülen; gülerken kaybolan
bir tek beni gömdüm yıktığın şehrin
duvarları arasına

Tuesday, March 15, 2005

Kıtır Kıtır Ekmek

Kıtır kıtır ekmek yedim bu sabah gene,
Kimse sevmez sert ekmeği çevremde
Bana taş gibi gelmiyor yediğim ekmek
Onu bile seviyorum
Sana Benziyor,
Senin duvarlarına benziyor
Ben her şeye alışıyorum ya ;(
Ekmeğin kıtırını çaya banıyorum,
Seni uykusuzluğuma katıyorum.

Monday, March 14, 2005

Seni Terk Ediyorum

Kararttım gözlerimi, ağıt yaktım başımın dumanına
Sana geldiğim kadar gidiyorum!
Şimdi. Elin göğsümdeyken.
'Kadınım' diyor giderken çalan şarkı
Hiç senin olmayan birine takılmış yanlış takma isim

Duman duman yol alıyorum.
Seni terk ediyorum!

Yaşanmışları içime boşaltıp
Parlak kentteki çocuklara hikayelerimi yetiştirmek için
Seni terk ediyorum!

Ne çok yalnızmışım
Unutulur olmuşum anlarında
Sığınmışım gelir-geçer laflara
Yok! Hayır!
Susuyorum.
Seni terk ediyorum!

Verdiğim sevgi kadar uzağa, o kadar parlaklığa gidiyorum
Fiskos masasına fısıldadıklarımı da alıyorum.
Hakkım dediğin tüketişlerini bağcıklarına dolayıp
Bende aradığın o kadını da alıp
Seni terk ediyorum!

İsyan olmuşum milyon kere.
Ağlamışım görmemişsin!
Evet göz yaşlarımı da içime boşalttım.

Dualar etmişim, yalvarmışım, sormuşum,
Tüm dinlere, Peygamberlere
Yakarışlarım yastığın, sorularım aynan, dualarımda sen dolasın diye.
Herkes yalancı çıkmış.
Kimse sorduklarıma cevap veremiyor.
Ve ben seni terk ediyorum!
Parlak kentteki dazlak çocuklara.

Saçlarımı kazıtıyorum gene senin usturanla
Kanatıyorum beynimi, düşüncemi anla, gölgenden kork diye.
Seni terk ediyorum!

Dişlerime dolgu yaptığım hikayeleri anlatmaya gidiyorum.
En kalabalık tren istasyonuna
Cuf cuf' un çıkardığı dumana takılıp
Seni terk ediyorum!

Bu mektubu sana dokunduğun anda küf kokutacağını bile bile
Mis kokan parlak ülkemden gönderiyorum

Ve ben şimdi!
Parlak kentteki dazlak çocuklara hikayeler anlatan, inanılmaması gereken bir varlığım artık!


Artık!
Ağlamak da gülmek de eskisi kadar kolay değil.
Seni terk ediyorum!

Sunday, March 13, 2005

Mürdüm Eriği Sevdam

Tam 3 yıl oldu, anmayalı. Kırmızı şarap yanında ekşi erik yemeyeli; ağzımı, dilimi buruşturmayalı 3 yıl oldu.

Anmayalı diyorum; ama zamanları çivilemişim takvimime, sigara içmişim küllüğü komidinimin üstünde. Seviyorum dolu küllükleri, çay fincanında sigara söndürmeyi, çöpü çöp harici her deliğe sıkıştırmayı seviyorum.

Bugün Pazar kuruluyor, çıksam mı dışarı acaba?
Aşık olsam mı acaba? Ya da, bulaşsam mı birine acaba?

Dudaklarımı morartırcasına ısırıyorum, kanatıyorum 3 yıldır.
Kanım; şarap susamışlığım
Morartım; erik tadım

Dudaklarımı yalıyorum,
Dilim fütursuzca taklalar atıyor dudaklarımın o en köşelerinde.
Tahrik edecek bir 3 yılım var elimde sadece.

Yanaklarımdan makas alıyorum-senin yaptığın gibi
Senin yaptıklarını seviyorum! Seni asla!
Yatağın köşesinde uzanmış bedenimi seyretmeni seviyorum. Ayak parmaklarımı öpmeni seviyorum.

Aldanışların en kocası, yaşanmışlığın en dibi senin sevdan. Bana dokunuşlarını özlüyorum! Seni asla!
Terimi yıldırmanı arzuluyorum, gecenin en seksi saatlerinde.

Kanayan hep morarır. Tenim gibi. Kalbim gibi.

Düşler görüyorum gerçek sandığım her mekanda,

Bir bebek doğuruyorum yalnızlığıma arkadaş, sigarama yabancı. Tüm saatlerin ding-dong’ unda ürken bir bebek. Şarabi düşlerimin en gerçekçi uğultusu bu bebek.

Tam 3 yıl olmuş seni rakıya, peynire terk edeli. Mürdüm eriği sevdam; bunlar o kadar beyazlar ki, o kadar saf. Ama ben hep dudaklarımı kanatırcasına morartmanı özlüyorum.

Bembeyaz çarşaflara doladım bedenimi de, kalktım yataktan. Aralanmış dudaklarımın en kenarına sıkıştırılmış sigara.
Üstüne yürüyorum, adi bakışlarım gözümde,
Morarmış hercai düşlerinin mosmoruyum ben!


Ama sen; beni kanatamayacak kadar karasın!

Saturday, March 12, 2005

Göbek Bağım

Mosmor cümlelerim senli, benli

Gecenin kucağında korkuya susamış düşlerim

Dişime sıktığım, gözümden kanar

Delik ateş çemberinden atlayan

Hüzün motifli çeyiz sandığım

Göbek bağım kesilmemiş daha

Hiçbir zaman duyamayacağın

Flütün sesi var

Dönüşü olmayan bu aşkın rivayetinde

Üstünde uyuya kalmışım tüm yaşanmışlarla birlikte,

Affet!

Ondan bu kadar hırçınım.

Bir ceset gibi sevmişim seni

Serçe adamışım,

Soğuk bir kış tadında gelesin diye

Kalbime dolasın diye

Bu sefil tarihi, bu hiçliği

Bir demlik çayla,

Çay tadında satasın istedim.

Yüreğine düşen, çeyiz düzen esir kızlara

İçime bulaşıp

Öldürücü darbelerle yere serdiğim martılar,

Sevda düşkünü yalnızlığımla nasıl dans ediyor,

Ve

Eşkıya konuşmalar bir çiçeği okşuyor.

Göz aklarım mosmor

Uçurum bakışlarında intihar eden göz yaşlarım

Kısır sevginden hortlayan-puşt acıların

Seni hayalimden

Hayalim olan göbek bağımdan

Zalimce böldüler.

Bağım olan senle

kapadılar gözlerimi

Saçlarımı iki yandan örüp

hasretin körlüğünü doladılar uçlarına

Martılar,

Martılar bir garip ötüşlü.

Gözlerimden öpsene çocuk

Garipleşmiş tüm fonksiyonlarıma bir anlam vermeden

Ayrıldığım şehirde ki

Dost işi, Japon mucizesi pilli bebek;

Kurulu yalnızlığım

Sensizliğinden kurşunlanmış bir ben,

Tiksintiler,

Her şey olamamış hiçler.

Umutsuzluk sapağında; ölüm.



Ne’m kalır bağımda seni alırlarsa benden!

Friday, March 11, 2005

Bana Ne Yapmam Gerektiğini Söyleme!

Evet çok soğuk, farkındayım. Telefonda duyduğum sesten daha soğuk odam. Isıtıcımı açamıyorum elektrik faturası yüklü geliyor.

Sen ne zannediyorsun beni? Askeriyedeki asker değilim ben ya da yükle yolla bir hafıza değilim. Bana başka anlamlar yüklüyorsun beni severken. Farkındasın bu yaptığının. Otomatik Portakal'ı okudun veya izledin mi? Değiştirmeye çalışmak neler yaptırıyor insana bilmezsin sen. Hem değişim diye bir şey de yoktur. Ne değişmiş ki ben değişeyim? Değişmez, gelişir nesneler ama hep birileri çıkar ben yarattım, o yarattı bunu der. Yalancı bunlar, bunları dinleyenler de aptal! Gelişerek gelmiş bir canlıyı yarattığını iddia ediyorlar! Bu çocuğu biz yaptık, biz dünyaya getirdik. Kocaman yalan! Sizin spermlerinizin marifeti bu. Bir sperm başka bir yere taşındı, orda arkadaş buldu kendine eş, dediler burası dar, geliştirelim kendimizi, sonra da sizin spermlerin emeğine saygı duymadan biz yaptık dediğiniz kişi meydana geldi.

Senin yerin neresi? Cimri herif, ödünç sperm istedim, geliştirip geri verecektim halbuki. Plastik poşet oldu sonu, bunu bile benimle paylaşmadın. Sonra beni sevdiğini söylüyorsun, sevmiyorum seni ben inan bana! Plastik poşetleri de sevmiyorum. O geceden beri, ekmek taşıdığım poşeti bile deliyorum, tırnaklarımı acımasızca geçiriyorum, ekmek kırıntıları süzülüyor bir yerlere deliklerden, senin içime akıtamadığın sevgiyi ben şimdi karnımda büyütüyorum.

Thursday, March 10, 2005

Beyaz

tüm güzellikler sende
beyaz bir tül
ince uzun bardağın içindeki.

sen
en saf halinde
ben
en acımasız

içip içip kendimden geçişim
hep sattığım beyaz düşlerime dönüş.

gelinliğimi,
saçlarımdaki gelin tellerini,
ince uzun duvağımı,
kurbağamı,
benim masalımı anımsayıp senle yıkanmak

belki de duvağı yüzüme örtmek, seni içmek.

belki de beyaz yapmak, kırmızıyı

sancılarımda, sevinçlerimde
sen olduğun gibi saf kal
ben acımasız.

sen bana kendini sun,
ben ince gelin teli üstünde yürürken.

sen tenimin kokusu,
sen güzel yapan güzel
Lethe' nin suyu sensin!
kana kana içtiğim.

Wednesday, March 09, 2005

Öznesiz Mektup

Hiç yazılmamış bir mektup yazmak için,
Hiç yaşanmamış olmalısın,
evet öyle
hiç yaşanmamış bir ayrılıksın sen
hiç sebepsizsin
sebebimsin
kimliksizsin
işte bu anılar canımı yakıyor
canım yanıyor,
öznesiz cümleler kurmaktan yoruldum,

Tuesday, March 08, 2005

Ruh

Çok tanıdık gelen bu duygular, gene bir uçurumun eşiğinde olduğumun habercisi. Üzerine serip kendimi uyumak istiyorum, unuttuğum her şeyi hatırlamak için. Teninle tenimi bağlamak istiyorum, terini kana kana içmek. Dişiliğimin kumanda ettiği bir eti sana sunmak değil amacım. Amacım her neyse vakit geçiyor artık. Zaman kötülüğün habercisi galiba. Bir düş selinin içinde soluk alıp vermek istiyorum seninle beraber aynı ritimde. Denize karşı seninle beraber, sırtını duvara dayadığında seninle beraber, ellerini toprağa buladığında seninle beraber, midene indiğinde lokmalar seninle beraber. Seninle beraber ben. Ben seninle beraber hep sen, sen, sen.

Bir gariplik olarak geçişimi kutlamak istiyorum, tüm uçan hayvanlara sunduğum yüreklerle.

Aşk, ey aşk.!

Tanımını adımlarımı takip ettirdiğimde çözdüğüm bir bela. Öyle bir bela ki tüm titrek bakışlar göz bebeklerimde son buluyor.

Biliyorum gene. ;)

Gene bir çırpıda tanıdım. Kışın ince giysilerimle beni soğuktan koruyan o elleri. Hep aynı ruh başka gözlerde karşıma çıkıyor. Ruhun gözü var. Bebeklerimi ben bu ruhlarla besledim büyüttüm. Kocaman bakabiliyorum artık. Tedirginliğimi intiharla süsleyen bir yalnızlık bu benim yaşadığım. O ruh benim süt bedenime dokunup, gözlerime damladığında; bütün bebeklerim intihar ediyor bizimle beraber. Çığlıkların sus’ u yok. Bebeklerim gözlerimden düşerken başka bebekler ellerimden tutuyor. Düşüp durduğum yerin içinden geçip çılgına dönüşümü seyrediyorum. Sessizlik.

Biliyorsun senden başka kimse bilmiyor, izlemiyor beni. Tekrar tekrar deneyen, benim için Tanrıya yalvaran, gözümün nuruna dolmak için karşıma aldığımsın. Güzellikler var benim içimde, içim ki bilmediğin her şeyi sunacak sen bu eve geldiğinde.

Ayrık iki ruh birleştiğinde,
Güneş de ayrılır yörüngesinden.
Gelmek için; tekrar gitmemiz gereken,
Bir düş bu yaşadığımız.

Monday, March 07, 2005

Ardından

Ardında bıraktığın biri ben olmamalıydım

Bezginliğim kocaman oluşumdan
Bu aşina adımlar, her bir kaldırımını ürkekçe dolaştığım şehre dar geliyor
Bu oda artık çok ufak
Bu yatağa sığamam ben

Sevgi;
Çok sevdim bir zamanlar,
O zamanlar ki- nasıl başladı ve bitti- bilmediğim zamanlar

Aşk;
Sevgilinin ismiydi
Kırmızıya boyadığım bu dünyada

Ve Ben;
Öyle günler gördüm ki
Kelimeler yetmez anlatmaya
Göz yaşlarım yetmez denizi taşırmaya
Kuralları umursamadan oynadığım bu tarih benim değil

Bu görüntüsü bozulmuş aşık ben değilim,

Aşk’ a yazılmış yazıtların gül bahçesi benim,
Dikenleri dokunduğunda senden bana köprü uzatan,

Bir aşktım.
Işıkları sönmüş Aşkların dünyasında, koca bir kırmızıydım.
Kendi üstüne çökmüş koca bir hasretim artık,
Dar geliyor bu kocamanlık.

Seyrederdi beni aşk,
Tek başıma değildim hiç,
Ki- yalnız başıma kaldığımda bir evrenin yalnızlığını taşıtır bana bu kocamanlık.

Yontuldum ve yok edildim,
Seyrederken beni aşk.
Aşk; sevgilinin adı
Bu onun kutsal mutluluğu,
Benim prensesliğim bu kutsallıktan ibaretti,
Aç bir prenses ve boyacıydım sadece bu ülkede,
Öğrenmeye ve sevmeye aç

Ve benim varlığım,
Sizin akamadığınız,
Gerçeklik çeşmesi idi.
Şimdinin kıpırtısız uzanmış bedeni.

Fosforlu alevler doğuruyor yalnızlığım,
Anadan üryan düşlerimin üstünde dönerek
Açılan çatlaklar arasından dibe vurduğum
Uzanıp bir taşın kıyısında dua ettiğim.

Yeminle, terk ettiğim bu düşler.
Düştüğüm ve her seferinde yazdığım.
Derin bir cehennemde hurinin ne işi var,?

Sana kızgın değilim.
Azar döner ve gelirlerim var sadece.
Ve gel-gitmelerim.

O gün dörtyol ağzında,
Ayrıldık seninle,
Çay renkli bir elveda.
Bir çelenk.
Ben o gün öğrendim canlı olduğumu.
Beni yukarı kaldıran, gurur ve onurumun aynasına baktım.
Ben soyundum gururla.
Yer yüzü giyindi, seni örtmek için.


Buldum.
Aşk gözleri yaşlı bir çocukla karşılaştığında
Sudan yapılma bedenler denize saçılmıştır.
Korkma.

Buldum,
Ağlatıldığında bütün bedenleri yutan.
O çocuk benim.
Aşk beni ağlattığında
Minicikti ayaklarımın dibinde.

Heceleyerek öğrendiğim bütün isimlerini unuttum.
Nereye gittiğimi bilmediğim bu tutku,
Rüzgarın kucakladığı konuşan,birleşen gözlerden ibaret.

Gözlerini diktiğin berraklıkların,
Doyumsuz öykülerle doyduğunu
Görünümün değiştiğini.
Ben soyunurken sarıldığım saydamlık anlattı kırmızıya.
Kalçalarım gibi yuvarlak bir boşluk olduğunu,
Bir çocuk gibi kaka nı berraklığa, saflığa bulaştırmaman gerektiğini,
O dörtyol ağzında,
Dünya seni terk ettiğinde öğrenmeliydin.

-İnsanın ilk ayrılığı, dölyolundan dörtyola geçişidir, Göbek bağının kesilişidir. Ebda-

Adlandıramadığım bir kişiliğe bürünüp dolaşman
Çok yüzsüzce.

Duydum saklanacak bir yüz bulmuşsun kendine.
Vaktin geliyor.
Tekrar benden ayrılmak için.
Dört yol ağzında seni bekleyen serseri gövdem olmayacak orda.
Saplanıp kalacağın, eriyeceğin, boğulacağın.
Çamurlardan yorulup,
Tekrar bir gövde bulamayacağın,
Dokunan ellerin varlık kapılarını zorlayamayacağı bedenler.
Çürütecek seni.
Sen bu sıcak yaranın üstünde dans ettiğini zannederken.
Sis boğacak seni.

Canlı canlı gömdüğüm yaramı fırlatıp,
Sana yem vereceğim,
Ayağımın dibindeki,
Saydamlığın altında boğduğum aşk.
Bırak-bırakabilirsen.

Zamanın kıpırdamadığı
Dünyanın beynimde döndüğü,
Oksitlendim iğne deliğinden geçebilmek için
Düşlerimi çarmıha gerip yakmak için.
Buradaki bedenim zarar görmemeli,

Düş kadar gerçek.
Yaramın sıcak oluşu.

Kimse ateşimin üstüne sönemez.

Bağlarının çözülüşünden haberin olmayacak.

Sunday, March 06, 2005

Usavurduklarım

Aşklar;

Gene yazıyorum, parlak maskeleri düşürmek için. Evrenin tüm aşklarına gerçekleri göstermeliyim. Kaybolmak için nasıl çaba harcadıklarını, yitirdiklerini söylemeliyim.

Ah sevgilim, aşığım sana. Bir bilsen seni nasıl özlüyorum. Adın aşk senin, çünkü kimse bu kadar yakışamaz bu isme.Hav hav yada kuçu kuçu köpek gibi dolanıyor insanlar birbirlerinin çevrelerinde. Neler oluyor?

Genelleme yapmaktan her cümlesinde sakınan ben, artık “ben” derken bile genelleme yapıyorum. Şekillendiriyor cümleler bizleri. Herkes birbirinden o kadar etkileniyor ki anlamsız beyinler boşlukta dolaşıyor hem de çok yorulduğunu zannederek. Birbirimizi gözetliyoruz.

Evet şimdi gözlerinizi çipil çipil açıp bakın bebeklerime, hepinizi erdemle kırbaçlayacak kadar meziyeti var aklımdan dökülen sözcüklerin.

Ben gözünün nuruna doldurabileceklerinden bahsediyorum. Bilirim gerçek aşkları çünkü önce o derim hep. Aşk canın belasıdır, ben de bu belaya can atmış bir Leyla.

Görüyorum, çevremde dönen bin bir türlü saklambacı. Sevgililer cep deliklerinden sızıyorlar, hangi paçadan süzülüp hangi kirli çoraba dolacağını düşünüyorlar. Öncelikler erteleniyor. Çok komik ama, savruk bahanelerle ikililer birbirlerinin heyecanlarını kıstırıyorlar.

Eğer yılan kurbağayı sevseydi; sudan bahaneler dolmazdı kimsenin yüreğine. Ve eğer kurbağa sevseydi yılanı; gurur demezdi dikmezdi kafasını sineklere karşı. İşte aynen böyle, sevgi önce o dedirtir.

“Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin
Tekkede, manastırda eremezsin
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin, cehennemin üstündesin (Ö.Hayyam)”


Gönül ehli bu cennet ve cehennemin üstü. Bütün varlıkların sebebi sevgidir. Sevgiyle doğan bebeklere neler oluyor, sevginin sırrından haber alamamış insan fazlası gibi dolaşıyorlar çevremde. Sunulan sevgiler; ne alırsan bir milyon dükkanlarındaki gibi ucuz olmamalı,yüreğinde ateş olmayan demir kazıklarla yaklaşmamalı. Yara izi taşımamalı kimse.

-İnandıklarımız bizim hayatımızdır. Ebda-

Aşk öyle bir yara ki, pınarı akmayı kestiğinde çatlar olur yüreğin, coştuğunda yosun tutar.

Yüreğine ateş düşen hiç kimse ak pak kalamaz itin ve bitin arasında.

“Aşk belasıyla beni içli dışlı eyle ve bir an olsun beni o beladan ayırma; ben var oldukça beladan yüz çevirtme. Yalvardıkça ben belanın acısıyla, Sen ayrık belalar vererek o acıyı unuttur. Bu duamı kabul eyle ey kimsesizler Kimsesi! (Leyla ile Mecnun – İskender Pala)”

Aşk ile çılgına döndüm, kahrolası uzak kalamıyor benden.

“Ey aşkın galeyanıyla bağrına “Kara Taş” ı vuran ve gözünden zemzem ağlayan Kabe!.. Ey içindeki aşkı gizlemek için karalar giyinmiş olan Peygamberler ortağı! Ey ilahi aşkın ayak izleriyle şeref bulan! Billahi, bana o kadar yakınsın ve sana o kadar benziyorum ki, Peygamber’ i seven dostlar aşkına söyle, kime aşıksın?.. (Leyla ile Mecnun – İskender Pala)”

Yüreğimizde bir şeyler bittiğinde boşluklar gene yeni biten bir şeylerle dolup-boşalıyor. Bir şey başladığında bitiyor aslında ;)

Buda benim sus payım ;/

23,04,04 /00;36
E.M “Ebda bir Ada”
Usavurduklarım, belki de sanrılarımdı?

Dua

Biliyor ve senden diliyorum
Gerçek olan rüyalarımla yüzleştir beni,
Aklımı yitirmeden,
Dimdik – yıkılmadan.
Vazgeçmediğimi bağırt bana


E.M

Ebda bir Ada(ile)

Saturday, March 05, 2005

Bulanık Kadeh

Bir oyundu kadehte ki,

Delirirken, aklın baştan gitmişi
Mutluyken huzurun isyanı
Severken nefretin magması

Hiç kimseyken ben,
Her şeyin dibi ve başıydı kadehteki

Kadehteki; şeffaflığına su bulaştırdığım bulanık.

Thursday, March 03, 2005

Ooo Ooo Ooo

Kaderin kederdeyse ne yapacağın bilinmez. Hep kederse kaderin hepsi senin elinde. Kuklaları istediğin gibi oynatabilirsin. Kimse yaşananları yazmadı, çünkü
kimse bu kadar dürüst olamaz.
Kim seni yönlendirebilir ki? Yaşanasılar köpek ısırığı gibi acıtsa bile duymamalı söylenenleri, bırakmalı fareler kemirsin kulaklarımızı.

Acının en ulaşılmazı paylaşmak bildiğini.

Kelimeler az gelir. Yaşarken kıvırma payı vermek lazım belki de ;) Sevgide dürüstlük aradım; evet aradığımı buldum. Sonra yönetmen beni gene işimden etti. Ben sahnede doğaçlama yapacağımı sanarken kaba etimi kurdun dişleri arasında buldum(En kaba tarafım, yontulmamış olan yanım kalbim benim.). Neler değişti setten atılalı? Değişim olmadı hayatımda(Değişim yoktur, gelişim vardır. Ebda).

Kısa bir süre oldu ayrılalı; ama geliştim gene. Dişlerim artık daha keskin. Isırdığımın canını kanatabilirim böylelikle. Haklayabilirim tak ettiği zaman beynime. Geçen gün filmin afişine baktım. Kurt, koyun ve kız oradaydı. Kurdun dişleri sarı ve parlak. Koyun kınalı ve aptal. Kızsa gelecek acının habercisi gibi çok tatlı ve saf. Kurt saf olanı kirletir. Elimde bir makas afişten kestim kurdun resmini. Kurdu kurtarınca ordan, tüm çekiciliği gitti. Onu yaşatmak isterken kendi mutlu dünyamda, idam ettim bile bile. Kurt kurtulduğuna kızgın daha bir vahşi. Koyun gene aynı meeee liyor. Kız üzgün göremediğine. Ben mutluyum acıyı gördükçe. Dişlerimin suyu çekiliyor. Onu bu haliyle gördükçe.

Bu benim oyunum.

Ve başrol hiçbir zaman kötü olmaz.

Tuesday, March 01, 2005

Bambaşka

Ben,
burdayım
başka yerde.

Zehrin,
içimde
başka yerde.

Sen,
ben,
ayrı.

Sen,
canımda.

Ben,
başka yerde.

Canım,
sende.

Sen,
başka yerde.

Sen,
ben,
iç içe
yan yana
can cana

Hep,
başka yerde.

Sunday, February 27, 2005

Limon

Limon;

Ayrılık, gözyaşı

Bütün ayrılıkların sebebi; bütünün parçalanması evrensel kümeyi oluşturan A ve B kümelerinin kesiştiği noktaların birleştiği noktalardan fazla olması veyahut A da az eleman kalması B yi eşleyememesi

Beni terk ettiklerinde ağlamadım, sen gidersen gene ağlamam ki.

Soğan doğrarken bıçağın ucuna takıyorum limonu gözümü yaşartmasın diye, sen giderken de diline bulaştırıyorum bendeki bu ekşi tadı. Hohladıkca yüzüme gözüm sulanmıyor; ama altıma işiyorum. Bir an korkuyorum çünkü ben atmacanın da nasıl uçtuğunu bilirım, ürkek bir kuşun da...

Beni hep terk ettiler, yönetmenin çıkma teklifini kabul etsem rolümü değiştirir ama yapmam ben!

Beni terk etmek kolay hem de çok, dur demem ki-gidersin, geri gelemessin ki- başına vurur limonsuzluk. Biri karşına geçer yer, ağzının suyu akar, isteyemessin ki... O mayhoşluğu özlersin, limon olmak güzel. Tatlıya da sulanır, ağzına da sulanır, tuzuluya da sulanır. Bulaşıktır limon, her gören
etkilenir limondan, damakları birbirine yapıştırır limon, bir kere bulaştı mı diline limon kurtaramassın kendini. Tatlı tad vermez, acı bile canını acıtmaz limon kadar.

Ben de terk ediyorum kendimi bazen, suyumu ben içiyorum, beni 4'e bölüşünü seyrediyorum, posamı-kabuğumu sıkışını seyrediyorum, bilmiyorsun galiba ben istemedikçe suyumu çıkartamassın benim!

Bu bir meydan okuma! Kabuklarımı keke doğradım da geldim, zırhımdan kurtuldum da geldim, 4 parça geldim, çekirdeklerimi boşadım geldim, suyum içimde, üryan geldim.

Sana geldim, ağlatamassın ki beni; benim gözyaşlarım ekşi, sitrik asidim ben duman ederim adamı, bakma elinde tek başıma durduğuma, üzersen beni ailem (sedefotugiller) akdenizden sıkıştırır, karadenizden sıkıştırır, Çin'de bile akrabalarım var benim ne sanıyorsun sen? Üzme beni yoksa kışın dökemediğim yapraklarımı dökersin.

Saturday, February 26, 2005

El

Sinsi avuçlarımdan uzanan çatal parmaklarım,
Parmaklarımdaki kör tırnaklarım
Hiç bu kadar üşümemişti.
Bilseydim avuç içinin böyle sıcak olduğunu,
Senden önce tutardım ellerini.

Söyleyeceklerim var, Söyleyemiyorum

Önce tanımlarını unuttum adımlarımın. Bıraksalardı eğer en ufak delikten geçebilirdim oysa.

Üstüme titreyen tüm sevgili elleri bir bir uzaklaştılar, halbuki yanımdayken yalnız bıraksalardı beni, neşeli dünyamda hoplar sıçrardım sincaplar gibi. Üzülmemi istemeyen tüm sevgililer terk etti beni. Saflık sundum onlara, yalandan uzaktı dilimin klavyesinden dökülen kelimeler.

Gittiler, hepsi gitti.

Dur-Gitme.


Sizin dünyanız benim basitliğimden öç alıyor sanki. Ey gözümün nuru olan sevgililer, beni daha fazla söndürmeyin. Soluk alıp veren bedenim, etten organlarım, avuç içi sıcaklığım, memelerimden damlayan süt, kölesi olduğum canım, beynim bunlar benim, başka yok ki bambaşka geliyorum size. Ben çok ufağım, bu sebeple acılarım sizden daha az ve yoğun.

Daha yeni bir caninin ellerinden kurtardım diş izi kalmamış bedenimi. Cevizin özünü kabuğunda sanma.

Yeter-Gelme.


Bu nasıl zalim yaraymış,
Aman annem benim senden ayırdılar,
Beni yardan ayırdılar.
Aman annem beni yardan ayırdılar,
Ben öleyim.


Diye söylüyor kabuğuna beyin dediğim bir bölüm. Hasarsızlık indiriminden yararlanmış gibi görünebilir, kişiselleşmiş kanayan yaram size. Canım acıyor, yosma yosun ellerimden tutma!

Pencere kenarında, sigaramı sarıyorum. Bu tütünü seviyorum, ah birde becerebilsem kağıdımı tükürüklemeyi. Kalbim dünyanın neresinde? Doğu?, Batı? Kalbim neredeyse pek bir göz önünde, bütün acemi nişancılar beni hedefliyor. Canım yanıyor, Kalbim öl.!

Ayna karşısında incelediğim dipsiz düşüncelerim, bir ıslıkla son bulmasa. Sulu gözlerim yarım yamalak aydınlanmasa keşke gecenin bu yatağa hasret olduğu saatlerde. Bu sırrı kime diyem, ne diyem? Her şey bana dar geliyor. Galiba çeke geldi, çeke gidecek bu gönül bu sırrı. Nefsimi kurtar onun elinden. Yardım et bana Birisi! Yalnızlığım gene bir kız doğurdu, gecenin bu sessizliğine tükürsün diye. Acımasız ellerin gazabından mezbeleye dönmüş bedenimi kurtarmaya gidiyorum. İşte gidiyorum.

Meydanlarda bekliyor beni. Mideme yumruklar yiyorum, bağırsaklarım oynaşıyor yumruklarla, benim bedenim acırken benim bedenim zevk veriyor el işi – puşt gözü müsvette insana.

Köşelerde bekliyor beni. Müktesep bir inançla hayatıma edatlık yapacağını sanıyor ebediyete kadar.

Gene gurbet yerin kapı önündeyim. Alelusûl eve doğru ilerledim, kapı açık. Kızım, kızım süt ister.
Artık tarih yok, saat yok, din yok. Peygamberler nerede? Nerede dostlar? Aile? Ben bu sırrı kime diyem? Ömrümün en diri anında meydan dayağı yerken nerde? Nerdesiniz? Mıhladılar beni annem, zor geliyor. Mıhladılar kollarımdan, gözlerimden, avuç içi ellerimden.

Mevlâ’m kulunun narına yanarım. Gençliğim gidiyor bedenden, beyinden.

Parçalayın ellerimi, dolayın her bir parmağıma çatal. Çatal çatal olmuş saçlarımı da kazıyın artık. Aklımın bekaretinin kanı akmaz sen bana dokundukça. Makas sesleri, etlerim çiğ çiğ kesiliyor, hangi yaban hayvanın tasını dolduracağım acaba. Bir kadeh daha içer misin?

Avuç içi ellerim, çatal çatal
Düşlerim tüm düştüklerim
Beynim kürtajına izin vermediğim kızım.
Ben tanrının yarattığı ben.
Ben insanın yaptığı ben.
Ve ben, bu sırrı kime diyem, ne diyem.


Suyu yakıp ateşi söndüren morun kızıla vurduğu alevlerin tırmandığı merdivenlerden indim. Ben kırmızı leke. Evrenimi yakıyorlar Birisi! yardım et bana.

Leş kargaları burada. Cesetleri budamamı bekliyorlar. İnsan sesi gibi hışırtıyla turuncu üzüm salkımlarının ikiye ayırdığım cesetler üstüne uzaması, güneşte bir ay yanımda bir karga. Düşüncelerimi okuyamazsın, nede ölülerinkini.

Adlandırdım belki kısmi olanını. Çamura saplanan rüzgarların bir gün duru göklere ulaşacağını, güneşteki ayın çekileceğini, kirlenmişi temizleyeceğini.

Anımsadım kısmî olanını. Benim anlattığım öykünün mürekkebi kalbime batarmış. Dilimle temizlediğim kalemlerim ondan tat verirmiş sus bilmeyen dilime. Bu sebeple hamile kalırmış beynim. İç kaleme ulaşamamış hiçbir yiğit, saydamlığına çeper yaptığım derim korumuş ruhumu.

Bu evrende ölüm yaşar. Yıkıntılar arasında duvarsız kaldık, güneşe ayı çıkaran benim. Bunlar benim zamanımın masalları.

Çapkın bakışlar, kem gözler uzak durun benden uzak. Bedenimin dar geldiği düşüncelerim. İsyan oluyor otobüslerin durup da yolcu almadığı duraklarda. Kem gözler kemâle erdi, ben yastayım. Çapkın bakışlar artık uzak, ben hücremdeyim. Kabuk içinde kabuğum, insanım. Hala düşünüyorum. Özgürlüğüm engellenemez. Bir yaşam doğuruyorum. Dünden güçlü bir yaşam, Daha çok soru soran, “tüm” için yaşamayan, çobanın ardına takılan koyun sürüsüne takılmayan. Ben aykırı kurbağaları sevip öptükçe, sistem ayna parlaklığında parlayamayacak yarını bugünde gördüğüm gözlere.

Tapınak da yaşıyorum. Dipsiz kuyu, ölmüş ölmemişler ve hep o hasret şarkısını söyleyenler gelin tellerimden yaptığım köprülerden geçmek zorundalar.

Aşkın envaî çeşit renklerinin bulunduğu köyler biliyorum bu evrende. İyi olan siyah ile kötü olan beyaz'ın çocukları tüm renkler. Renkler siyah ile beyaz lekenin çocukları. Leke iz bırakır tüm yaşama. Ve yaşayan tümler hep bir hiç için leke taşırlar.

Ben iyinin yaptığı ben. Ben kötünün yaptığı ben. Aşk bu lekenin en güzel çocuğu. Aşk kırmızı benim evrenimde. Aşkta iyi leke yoğunsa mora boyar düşünceyi, takip etmen gereken gölgeler belirmez. Aşkta kötü leke yoğunsa pembeye boyar düşünceyi takip etmen gereken gölgeler belirir, beyaz aklayamaz seni.!

İşaretler avuç içi ellerimde. Yolunu kesen duvarlar arasında istersen bir kez daha düşün, olgunlaşmamış meyveyi koparabilecek misin?

Tamam.

Al eline kalemi, süngüsünde bıçağı saklı olan, sürt yüreğime kanım leke akacak korkma. Bir anarşist bu kadar güzel küfredebilir.

Evet.Bir anarşiste yakışacağı gibi sevdim seni.

Gövdem yansın otsuz toraklarda, bu topraklar suya hasretten çatlasın, çatlaklar arasından sızıp yeri göğe ulaştırayım. Dibini başına başını dibine sokup ta elimde top yaptığım sıyrık yaşamın var olduğu dünya lekeden başka bir şey değilsin.

Hoşçakal kalbim.

Tutam tutam ot sardım efkârıma. Duman ettim dağları. Dağları dağladım kederimden. Kederim anlımın yazısı. Anlımın yazısı boynumu eğmediğim pis dişli kral bozması. Çığlıklar, etkenlik ve edilgenlik durumları. Durumların ardından gelen dumurlar, itiraflar. Ah ben, Ay yaşam.

Seni sevdim, evet.

Yağmur yağıyor, kokumu sürsem caddelere ıslatmayacağına söz vermiş yağmurlar yağıyor bu kış. Bu kış ahmak ben değilim yağmurlar beni tahrip edemiyor. Aşk ey aşk, yaşamımın anlamı.

Bir hiç için övgü dolu sözler yazabilirim, bir hiçi sevebilirim. Bir hiç gibi uyandığım sabahlar, anlamsızlığı dansöz gibi oynatıyor aklımın dar sokaklarında sıkışıp kalmışlara. Aklımın zarafetini sunuyorum size acımasızlığa bir orduyla gelen tüm için yaşamayan hiçlere.

Ne haber diye sorulan sorularda, yumru takılan gırtlağıma bir buse kondur. Gel gir içeri komşum ol, konuğum ol.

Aşk için söylenen her söze kandım.

Su katılmamış rüyalarım, rüyalarımın gerçekliği benim saf oluşumu simgelemez. Bende pisim sende. Bir bir paylaşabilirim herkesle pis hikayeleri.

İnanıyorum inandıklarıma. İnanıyorum hayallerime ve yaşıyorum. Hayallerim gerçekleştiğinde bir bir hırslı olduğumu zannetme. Ben benim gerçeklerimle oynuyorum sadece. Ben kendime inanıyorum. Medyum olduğumu sanma, bana bunları kimse söylemiyor. Ben inanıyorum rüyalarıma, hayallerime, fallarıma. Korkma benim kalbimde pis. Yalnız değiliz.

Bir pireden beslenen pire olmaktansa hiçlik benim gelişimimi tamamladığımın göstergesidir.

İstediğiniz kadar gülebilirsiniz, bunlar benim masallarım. Ve ben masallarımın prensesiyim.

Gözlerde takıldım bugün. Bugün dünden daha çok acıktım ve bugün özel hissettim kendimi. Bugün atlıkarınca benimdi, hiç sahip olmadığım kadar çok dönüp durdum üstünde. Bugün gözlerde gizlendim, gözlerde saklandım. Gözler bir daha görmek isteyip de cesaretimi kırbaçladığım gözler unutmayın beni. Bana hep öyle usul usul bakın gözler. Sanki beni hiç incitmeyecekmiş gibi, gözlerimi kanatmayacakmış gibi.

Gözler tanıdık, gözler beni tanıdı. Cesaretim daha fazla saklanamayacak galiba bu kapının önünde. Kızım kızma bana, kendimi ben ele vermiyorum. Gözlerimi kapatsam boğulacakmışım gibi, kızım kısma cesaretimi benden. Bırak gene boğulmama izin ver kızım.

Kapı önlerinde beklemekten yoruldum, gelip-geçti her şey.

Şimdi kendimi yakmalıyım, dumanım tüter mi gözlerine? Gözlerine ulaşır mı gözlerim?

Çipil çipil gözlerimi çevirsem sana dolarmısın bebeklerime?

Yarın bambaşka bir gün olacak mı?

Sarılıp uyuduğum bebeklerim kadar yakınıma yaklaşabilecek misin? Bir zırh korusa da beni, aldırmadan usul usul çöker misin üstüme. Göğsünde uyumama izin verir misin? Tüm usluluğunla yaklaşırken saçlarıma, saçlarım dizlerine çöreklenebilir mi,?

Görüyorsun ne kadar aç olduğumu, ne kadar ürkek. Ne kadar korktuğumu gösteremesem de kimseye, korkuyorum bedenime değil de gözlerime bakan sana yaklaşamadan seni kaybetmekten.

Ben hiçbir şeyden anlamam, bildiğim tek doğru var söylemek istediğim hiçbir şeyi söyleyemiyorum.

Birisi, kurtar beni. Gençliğim gidiyor.

Geleceğim.

Kızım adını duvarlara söyledim. Beni ele verdi duvarlar, kırdım onları.

Artık adını herkes biliyor,

Kalbim bir daha ağlarsan eğer, yüzünü duvara dönme.
Kızım ağlarsan eğer bir kapının önünde bir daha, memelerim oluk oluk beslemeyecek seni.

Gençliğimin gidişine aldırmayacağım.
Benimle beraber yokluk çektireceksin ve sadece seyredeceğim.

Geçmişim.

Yitirdiklerimi sakladı durdu. Karşıma çıkmalarına en çok o sevindi. Geçmişim inkarına izin vermediğim yaşamışlıklarım.

Yaşamışlıklar; bezdiklerim.

Bugün.

Tekrar tekrar geri bakmayacak kadar gururluyum. Yanıp kül oldum, gururla soyundum gene. Birisi giydirdi örttü seni. Bugün gene saklanmayacak kadar cesurum ve oyuna beni istemediğinizde daha bir inanıyorum kendime.

Gel gel.

Mor fiyonklarla süsledim Simyah’ın evini. Hiçbir konuğu olmasa da artık, kaderine boyun eğmişliği yaşadı oda. Benim yapmayacağımı yaptı. Boyun eğdi, pis dişleriyle sırıtan krala.

Özlemek yokluktan.

Sana gelmeyi özledim İzmir. Senden ayrılışlarımı da. Vapurların deniz üstüne yakıştığı en güzel şehir beni köpük köpük karşıla gene. Sen en çok uzağımsın, sen kendimi bulduğum caddelersin. İzmir’im köpük köpük göz kırp bana, ben sana usul usul sokulurken. Arnavut kaldırımlarını bir bir öpeceğim. Benden ne kalırsa geriye sana gömsünler.

Diyorum.

Tokmağına boyumun erişmediği kapılardan atılsam da gene geleceğim. Ben inanıyorum tokmakları boyuma göre yapacaksınız.

Her şey geçecek evrenimden.

Ama ben bu sırrı kime diyem ne diyem.
Birisi yardım et bana.
Bu sırrı çeke geldim, çeke gideceğim.

Bu gece son.
Biraz sonra bu kapıdan son kez çıkıp yine kendimi vuracağım.
Yollara kim bilir kaç kere ıslanacak yüzüm.
Elimi tut.
Düşman olmam ne olur parça parça olmasın içimiz.
Mutlu ol iyi bak kendine, ne olur gözüm arkada kalmasın.
Uzun uzun seneler önümde gün gelir sevgilim acıya alışırsın, alışırsın.
Bu gece son.

Thursday, February 24, 2005

Düşüm, Hayata Dair

Trafikte arabaları ve yayaları yeşerdikten sonra sararan ardından kızaran trafik ışığı durdurur. Kimi de durmaz ya o ayrı konu(Bunlar halkın taş kökü yiyen kısmıdır).

Durmak eylemi; hemen harekete geçecek olmayı akla getiriyor. Sen ne sanıyorsun ki? Durduğun zaman dinlenebileceğini mi? Sakın böyle düşündüğünü bana söyleme. Yahu insan nasıl potansiyel enerji sarf ederken dinlenebilir ki?

Dur! Dur be ;)

Enerji kaybolmaz(Evet). Hareket enerjisi (Kinetik Enerji); hareketlerinden dolayı cisimlerin sahip olduğu enerji, durum enerjisi (Potensiyel Enerji); cisimlerin bulundukları konumdan dolayı sahip oldukları enerji. Farz et ki caddenin ortasında öylece sermişsin bedenini asfalta(Farz et ki Hindistan'da bir ineksin ve kimse sana dokunmuyor). Kımıldamadan, hareketsiz öylece. Hiç bir şeye aldırmadan duruyorsun (Aslında durduğunu sanıyorsun). Enerji harcamadığını sanıyorsun. Ama oradan kalkacak gücü topluyorsun farkında değilsin. Ve insan durduğu anda daha çok enerji sarf eder. Bir dahakine yetişmek için şarj olmaktır durmak. Durmak yorulmaktır en beterinden.

Hayat bu yaşadığın, duracak vaktin yok. Düşünsene biri var beklediğin ve sen duruyorsun ona yönelen tüm düşlerin durmuş. Gelişine hazırlık yapıyorsun içten-içe. Şimdi gelecek olan hareket halindeki mi? Bekleyen duran mı? Daha çok yoruluyor elbette duran.

Durmak; bir şeyler yitirmektir biraz da.

Yerinde saymakla durmak arasında çok fark vardır. Yerinde saymak aptal işidir. Sürekli tekrarları yaşarsın. Duransa öylece kalakalmıştır. Harekete geçeceği andaki enerjiyi depo eder bünyeye, beyne.

Dur, yoksa ateş ederim! Polisiye filmlerde çok sık duyuyoruz bu lafı. Aslında sevgili de sevilene böyle demiş. Sevilen durmamış ve kalp gözüne yerleştirmiş o kurşunu. Aşktır bunun adı da.

Dur, yoksa ateş ederim bak ;)

Durmamak lazım çünkü yarın yok. Kota koymamak lazım yaşanasılara. Özgürlük olmalı anıldığın her yer. Kuralsızlık olmalı. İsyan olmalı isyan; kendine mahsus. Arayan olmalı insan sürekli aramalı.

Duruyorum ve hiçbir dış kuvvet beni etkileyemiyor. Yok ya, yalan demeyeyim etkilediğini sananların bileşkeleri sıfır.

Bunları söylüyorum, düşünüyorum ama o kadar zor ki baktığın yöndeki senleri yakalayabilmek. Kırıyor bazen o sıfır bileşkeler düşlerini. Düşlerin kırıldı mı ne yaparsın? Ya düşeyazarsın(Düşersin yatağa döşeğe) ya da düşe yazarsın ;) Ben ne yapıyorum? Düşe yazıyorum.

Onun için bu kadar cesurca meydan okuyorum pala bıyığının altındaki pembe rujlu erkeklere;) ya da pembe rujunun altına gizlenmiş pala bıyıklı kızlara;)

Durma öyle. Anlatmak istediğimi mini mini bir kuş gibi koyamam ben avuçlarına. Soru işaretleri ve ünlemlerle tango yaptıktan sonra dinlenebilirsin virgülde.

Yeniden ve yeniden gidip-geliyorum köşelerde. Düşümde gördüğüm gerçekleşecek o olaya üzülüyorum. İşte ben de üzülürken duruyorum. Durduğumda pillerimin kutup başlarını ıslatıyorum, küsüyorlar bana. İyi ki varsın,,

Kendine has olmak lazım. Tek başına, başın kaşına kaşına, yeri geldi mi ıraklara kaçabilmek için. Kafanı ve dilini passız kalemtraşla açmalısın ki; sivri köşelerde dans edebilesin. Toplumda ameleler sivrilerdir. Çünkü çimentoyu o karar ve tuğlaları o yerine koyar. Amele kendine has insandır. Kendine has olan insan kaos yaratır. Hedefleri vardır. Yayın ucunda düşleri vardır.Düşe düşe, kimi zaman eksile eksile çizer diliyle toplumun “T” sini, tuğlanın “T” sini.

Hayat bu yaşadığın. Düşündüğün, hayal kurduğun kadar buradasın.

“Rüyalar da olmasa göremediklerim kadar yaşayacağım." Ebda

Hayat bu; paylaşmalısın öğretilenden ötekini,

Hayat bu; durma, durak yok.

Hayat bu; çölün ortası. Sense serap görüyorsun etrafında biletçi, durak ve otobüs yok.

Hayat bu; benim. Ve ben kendine mahsus biriyim.

Ve de tüm maddeler kargaşa yaratabilir.

Durmayın!

Durma!


Durama! Üretin bir şeyler.

Bak, şimdi dopdolu bir tını var seslerde

Cırcır böcekleri bile yepyeni heveslerde

Sessizce akıp geçerken yaşamlarımız

Çınlıyor artık dopdolu nefeslerde

Oruç Aruoba

OL

AN

(Sen ve ben – Geldin)


Tükettiğinin “T”sinin; toplamının “T” si kadar üretemesen bile Türkiye Cumhuriyetinin “T” sinde yaşadığını unutma! Türk’ün “T” si olduğunu hatırla. Tuğlanın “T” sini, Te cetvelinin “T” sini kullanarak dengele ki takozun “T”si bulaşamasın işine. Buna ihtiyaç var. Sakın durma. Durup da arkana bakma. Koyduğun tabelaların “T” sini sökseler bile ardından, aldırma. Durma sen! Unutma!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.


(Her şey yıllar önce söylenmiş zaten.)

Durma ki; gücün olsun, paylaşasın. Gücün olması; zamana bağlı, işe bağlı.

Gücün “P” si = işin “w” si / zamanın “T” si

Kolay gelsin, ;)

Wednesday, February 23, 2005

Ebda bir Ada

Farkında mısın? Bunlar, olanlar.

- Görüldü kadının tüm gizemi. Kadın bıraktı kendini sonunu bilmediği ve istemediği bir bilinmeze.

- Soyundu kadın. Denizden ödünç aldığı pullarla süsledi bedenini. Işıl ışıl bir karanlığa çağırmak için; peşinden geleni.

- Affet Onu. Kadın arkana bakma, köşeleri hızla dön. Artık bekleme.

Kendimden bir yabancıymış gibi bahsedebilirim. Yokluğumda beni özleyenlere geldim. Yeniden.

Kendimi bildim bileli sordum, aradım, yaşadım. Bilinçaltım tüm vurgularıyla merkez ben olmak istese de ipler hep canımdaydı. Canımın duruluğu; ıssız bir adaya giderken yanıma alacağım en kıymetlimdi.

Issız cehennemleri anlattılar bana. Issız cennetler gördüm ve ıssız dünyalarda dolaştım. Ada olmak istedim. Türlü taklalar attım yaşama, saklandım ondan çok kere.

Ben bir adayım, ıssız ve ufak. Korsanları ve hazinelerini sakladım. Bir görseniz benim içimde benden saklanan şeyleri.

Karmaşıklığa gömülmüş her insan bir bilinç altıdır. Merak ettim insanlar yolculuğa neden çıkarlar diye,? Issız cehennemlerde telefon çeker mi,? Dipsiz cennetler de gök ne renk,?

Öğrettik hep birbirimize ruhunun dehlizlerinde kaybolursan, vaktin gelmiştir. Başka karanlıklar çökmeden yol almalısın.!

Yeşil yeşil, minik kurbağaların aydınlattığı, ırmakların durulmadığı bir adaya gömdüm adalığımı... Gidiyorum.

Tuesday, February 22, 2005

Satır Arası

Benden satır araları - Bitmiş, bitecek aşklara dair.

Aşk için söylenen her söze kandım.

Aklımın karışmasına izin vermedi kalbim. Giden biletini kesip gider, benden bir şey götüremezdi -ki hala öyle- ya da beni sevmeyeni ben neden seveyim? Neden ağlayayım bir hiç için? Neden sevmek için bu sağlam adımlar. Neden duygularıma yenik düşemiyorum? Ben hep en aptal profilimden bakıp neden deyip duruyorum. Neden? ;)

Öğrendim.

Sevgi fedakarlık demektir. Eğer ben gurur koyuyorsam bitmiş-bitecek aşklara ve bu gurur aklımla bir olup, kalbimi kıstırıyorsa köşelere. Ben hiçbir aşkı sevmedim mi?

Biliyorum.

Sevgi "Önce o!" dedirtirdi. Artık demiyorsam, ben düşleri kırılmış biriyim. Beni boşver. Bak çevrene, kim taşıdığı krallığın farkında? Neden illa boyunduruk altına sokulmaya ve/veya girmeye çalışılıyor?

Merak ettim.

Hayatta hep sebepleri merak ettim. İki yaşında da yirmi iki yaşında da. Sebepler sonuçların çözümüydü. Hep anlatılan hikayeleri değiştirdim, onlara inadım. Kendi sonuçlarım; doğrularım olmalıydı.

- Seni seviyorum!
- Neden?
- Seni özledim!
- Neden?

Git işine yalancı. Bana gerçek aşkların birleşmesini yaşatmayacaksın ki. Niye giriyorsun sınırlarıma? Nasıl olsa sen de koca bir yalancısın. İçimde kalan o minik sevgiyi tüketmek için tutuşan biri değil misin?

Gene söylüyorum; sizin dünyanız benim basitliğimden öç alıyor.

Öğrendim.

Varlıklar, kendine güvenen varlıklardan hep korkacaklar. Bir insan bir aslan hayvanından korkup kaçacak. Dinde de, işte de, aşkta da bu hep böyleydi.
Güvenini bacak arasından sarkan konserveden alan erkek, güveni bacak arasında saklayan hatuna yaklaşırken, rol yapan Amazon kadınını ayartmaya çalışan Tarzan'dan öteye geçemeyecek. Aşkı bacak arasında sakladığı için bu hayvanlar her şeyin üstüne edecekler.