Wednesday, March 23, 2005

Merhaba,

Uzun zamandır yazamıyordum, yazmak istemiyor, yazsam da yarim birakiyordum. Ben ki- yazmayı cok severdim. Su an bekliyorum. Belki burasi ozlemimi giderir. Ve bende yazabilirim tekrar, tekrar. Daha öncesinde cesur davranarak yaşadığım-hatırlamak istemediklerimi yazmış ve en iyi yazılarım olarak taktir etmiş/toplamıştım. Şimdi ise perdeyi aralamak istiyorum.
Merhaba Ebda,,,

Burası Elalminda,,!

Tuesday, March 22, 2005

Bu Kadın

Bir kadın var, geceden daha kara Tutkunun en acılı dokunuşu var parmaklarında


Ve
Kör eden bakışları...
Kimseyi takip etmediğini biliyorum
Korkular hep bu kadınla, çok vakitsiz, çok aşık
Duvar kadar soğuk aslında, bilmiyoruz onu...



Çocukluğunu satmış da gelmiş
Kadınlığı karnındaki düş
Düş, kaçtığı her bakış


Satürn'den gelmiş, pek bir beğenir kendisini,
Satürn gibi etrafı toz bulutu
Bu siste her kucağı sanar da mutluluk ona koşar gider
Yeter ki sev
Vazgeçmeyi sevmez
Ama onu sevmek zor
Kapıdan içeri giren çoğu kez koşar da uzaklaşır
Ömür törpüsü sanki ;)


Bakma güldüğüne. İçi kara. Korkutuyor bu gerçeklik
Rahatsız eder çok kere
İstemezsin onu
Kimse böyle şefkatli olmamıştı annenden sonra,

Korkutur seni,
'Kim bu?' diye sorarsın

Hızlı atar adımlarını
İz bırakır!
Sevsen de sevmesen de iz taşıtır sana
Gençliğine aldanma
Çocukluğunu satmış da gelmiş
Alnından bir öpücükle uçurmuş tüm kelebekleri
Örümcek ağından hırka dokumuş kendine
Hamam böceklerini düğme yapmış
Korkasın ondan diye,
Sevesin onu diye
Duvar kadar soğuk aslında bu kadın
Bu kadın intihar kadar yalnız, su kadar çürük
Bakma güldüğüne
Kaçarken gülüyor o, kaçırma gözlerini ondan, asla!
Çocuk olacak kadar büyümemiş aslında
Teni tütün, sesi rakı kokar,
O bir papatya sever, beyazın en onurlu dokunuşu
Evin yaban gülü bu kadın dişilikle çocukluk arasında kalmış
Garipseme onu sevmeyi biliyor o...


Polyanna oymuş,
O romandaki sarışın aptal kız oymuş

Kurtulmak istemiş
Hiçbir zaman yıkılmayacak kale misali, bu o olmalıymış
Sarı saçlarından kurtarmış kendini
Gel zaman, git zaman
Ölümler olmuş, hasret doğmuş, düşmüş
Her şey düş-müş
Bir gün düşleri pilsiz kalmış
Polyanna'yı boğmuş önce, sonra asmış
Şimdi her şey daha bir güzel
O da beğeniyor kendini zaten


Korkuyor kendinden,
Gizemi yakalanmış kırmızı akrep olmaktan da...
Psikopat gibi gülüyor, geçmişin melodileri çınlayınca kulaklarında
Onunla fazla konuşmanın beyninde parmak izi bıraktığını iddia ediyor bir dostu,
Dostsa; düşleri eriten kan lekesi sadece,
Dostun elini arar
Çölün ortasında kanlar içinde uyurken
Ağlar,
Ağlatma şu kadını,
Ankara ayazı gibi ürkek,
Bursa lodosu gibi tedirgin,
İzmir güneşi gibi şehvetli
Bu kadın ağlarken psikopat gibi
Kadınlığı hırslı ve onurlu,
En kırmızı şarap kadınlığı
Her şey parmaklarının ucunda, dudaklarında
Her gün işten kovduğu makinisti ve buharlı beyni kadınlığı
Kadınlığı ulaşamayacağın kadar derinde
Almak için ölmek zorunda kalacağın kadar bakire,!

Bu kadın anne
Bu kadın tutsak düşlerine

Bu kadın sabah uyanıp da hatırlamadığın rüyalar
Martılara attığın yürek bu kadın
İşte o kadar özgür
Bu kadın gözlerinde,


Bu kadın kin,
Bu kadın sarhoş,
Sarhoş eder her içine çekişinde


Gider bu kadın, süzüle süzüle ellerinden
Dilinde ateşle yaklaşma bu kadına,
Teni tütün, sesi rakı kokar,
Düş satar yitirmişlere
Sonsuz kuyunun, en iyi prim yapan satış elemanı o aslında...


Dili yürek, saçı kül bir anne o
Delik deşik eder adamı, bir kurt kadar hırçın,
Tutun ellerini şunun, al onu kucağına, sırılsıklam aşık ol bu kadına,
Gel bu korkunun kucağına, asi ol ve isyan et


Gönderdiği sinüzoidal eğrileri görüyorsun değil mi?
Bir intihar bu kadın, ümitsizlikte yalan söylemeyen
Adi bir kadın aslında


Bir hayat bu kadın seçimi dudaklarında kalan,
Kırmızı bu kadın,
Meyhane bu kadın


Bu kadın meydan okuyor sana,
“ Bilmediğin her şey bende,

Güzel olan ne varsa bende! ”
Yazgın bu kadın, sonran bu kadın
Erteleyemeyeceğin zaman bu kadın


Bu yol senin
Taşıdığın bu iz senin
O yoksa aşk yok biliyorsun!


Yiğitler çıktı meydana
İkisi de birbirinden korkak
Biri anne, diğeri baba
Bir düş içlerinde taşıdıkları yürek
Kör karanlık, kör aşık
Gözdeki leke, kızıl alevlerin çevirdiği cehennem



Bu son rüya!


Benimle misin?



Taşıdığın kadınlığı sev ki kadının seni sevsin, kadınlarınızı yitirmemeniz dileklerimle...

Monday, March 21, 2005

İlk Ayrılığım

Başından beri biliyorum
Göbek bağımdan ayrıldığım o acı günden beri,

Biliyorum.

Her şeyden böyle ayrılacağımı.

Sunday, March 20, 2005

Bencil Aşklara Ait - III (Olmadı)

İsmini anasım gelmiyor. Unutmalıyım sondan-başa doğru.

Kurbağayı neden sevdiğimi hiç düşündün mü?
Aman bırak sevilecek başka hayvan yok mu demekten başka.
Hiç ciddiye aldın mı beni?
Etrafındaki kalabalık kadar değerim oldu mu?
Neyim ben ve neydim önce?


Neden kelebekleri sevmem bilir misin?

Papatyaya aşık gözlerle bakarım, hiç gördün mü?

Beni biliyor musun?
Yıkılmışsın-yıkmışsın.
Savrulmuşsun-savurmuşsun.
Ne yaşadıysan bana da yaşatmışsın.


Anlamadın beni. ;(
Belki delice ama keşke kıskanabilseydim seni. Çevrendekilerin avuçlarına nasıl kilo kilo dolduğunu anlardım belki.

Her şey lafta değil efendi; seviyorsun-seviyorlar-seviyoruz.
En güzel seviyor-u küfürbaz söyler.
Sakınamaz hiçbir şeyi-kilolayamaz.

Düşmüşsün bir yerlere-üzülemiyorum.
Sustu mu seven-gider.
Nerde seven-sevilen?

Yönetmen; tutmadı bu dizi.

Seni Seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum,......
Kırka tamamladın mı vaktin birinde sevdimleri, baktım; neydi bu kelimenin anlamı?

Seni yi kaldırdım, seni ekledim; olmadı.
Seviyorum u kaldırdım, seni ekledim; olmadı.
Seni seviyorum u kaldırdım, seni yazdım; olmadı.

Sen.
Evet.


YAZIMSILAR - XIII

Saturday, March 19, 2005

Bencil Aşklara Ait - II (Yara-Yaralar)

Aramıyorum kimseyi çünkü çok garip bu iki hafta. Benimle vakit geçirmek istiyorlar. Bu kadar mutlu edebiliyor muyum ben birini bakarak? Neden bana papatya alıyorlar peki? Türlü notlarla çikolata bulmaca oynuyoruz hep beraber. Neden bir telaş var çevremde? Sağlığım iyi bence. Onlar böyle yapınca birkaç kilonun lafını edip korkuyorum ben de. Yer değiştiriyor gün boyunca her şey.

Neler oluyor bana ve bizlere. Anlatmak istemiyorum, korkmayıp üstüne gitmek istediğim her şeyi bir sabah uyanıp terk ettiğimi biliyorum. Dedim ki buysan ve bu kadarsan terk ediyorum seni.

Sevilen bencilliğine gömülmüş.
Kazsam ne çıkar o çürük yaradan,
Yarayı açan pansuman yapmalıdır.
Ben sana hemşirelik yapamam.
Sen bir yarasın, kalbinse kabuğu.
Kabuğu açıp beni bastırsan yarana.
Kimin canı daha çok acır. Senin mi? Benim mi?

Sen bir felakettin ben de intihar.
Aldın beni derinine,
Dedin ki; korkma bitti-geçti-iyiyim.
Haydi uyu orda bir yerlerde.
Güvendim-inandım sana.
Kanını emmemek için orda ak ve pak kaldım. Sevdim seni.
Yarayı deşen parmağa da yakışır iğne.

Mikrop bulaşır. Bulaştı bana da.
Bende koca bir yarayım şimdi.
Yaramı yarıp kurtulsam olur mu, özlerken evimi.
Bak beni de seyrediyorlar,
Hemşireler, tanıdığım ifadelerle yaklaşıyorlar bana.

Bak,
Bana bak.
Kadavra olmuş yüreğim.
Bağışlasam da kendimi, kimin canını yaksam?

Bilirsin zor inanırım.

Bahanesin sen.
En güzel heyecanımı kudurtup, salıverdin beni.
Vursam kendimi, kapının önünde.
Bak bana, ne yaptın böyle.
Nasıl inandım, bir yılanın bana sarılırken tadıma bakmayacağına.

Biliyorum; bedava ilaçlar sunacaklar bana.
Şimdi istediğim bu.
Yavaş yavaş konuşacak benimle.
Anlamaz ki, her uzanan elin beni mutlu edebileceğini.
Arkadaş olacak bana.
Anlatıcağım on, sarılacak bana.
Başımı omzuna bastırıp, saçlarımla oynayacak.
Mutlu olduğum her nameyi fısıldayacak kulağıma.
Ağacın dalından sarkarak içerken, kesilen çığlıklarımın ardından ben bu dünyanın diye başlayacak kurduğum cümleler.
Dünyam olmak isteyecek.
Kurbağanın dostu olmaz bilmiyor ki bu hayvan bunu.
Kaçacağım, kaçtıkca merak uyandıracağım.

Açıp kabuğumu onu kanatmamı istiyor, kutsal adalet için.

Canı acıyor.

Her aşk yaradır,
İstersen seni baştan yaratır.
Güç sende, önce beyninde.
Yaran varsa gocunma! Kimseye bulaştırma.!
Cesur olmalısın, bizim kadar...


Yazımsılar - XII

Friday, March 18, 2005

Bencil Aşklara Ait - I (Yolcu)

Kararları tek başına almaya başladığın günden beri ben yalnızım. Ben tek başıma, başım kaşına kaşına yoğuruyorum sana yönelen her bir gerçeği.

Eve şimdi geldim ve saat hayli geç oldu. Hayret evdekiler giriş kapılarını kilitlememişler. Geç kalmama kimse sesini çıkartmadı. Bir benle takıldım bu gece herşeye...

Nescafe'nin içine; birbirimize hediye diye aldığımız çikolataları attık. Elim eline sığıyordu – ellerim ellerine dar geliyordu.

Aynı gecelerde aynı düşü görüp gecenin bir yarısı telefona saldıran ve meşgul tonu duyan iki insanız biz. Uzun periyotlarla görüşüyoruz ve o kadar basit bu...

Plansız ve bir o kadar da aynı.

Aynaya bakmayı ben çok severim zaten ;)

Evet biraz sarhoşum. İki haftadır üzülüyorum, paylaşım olan her şeyin kara kaplı deftere yazılıp ranzanın altına saklanıyor oluşuna... Pay-payla-paylaşım.

Pay; Senin yada benim adıma düşen hak.
Payla; Elindekileri bir sana, bir bana eşit olarak dağıt.
Paylaşım; Senin yapamadığın! Benimse korkusuzca “Beni payla” diye sana yalvarışım.

Ne çok anlamlar çıkartıyorum gecenin bu saatinde. Sevgili kurbağam fidel ve oğulları fidelin oğlu-1, fidelin oğlu-2, ..., o kadar çok ki kurbağalarım.

Bana bakıyorlar, sevimli pörtır (pörtlek diyemez o) gözleri çok canlı. Fırfır ise yatağımın yanında kalemi kağıdı bırakıp ona sarılmamı bekliyor, ben onu ısıtırken sen beni üşütüyorsun!

Dışarısı soğuk ve ben uyumalıyım. Tüm gün su içmemeliyim. ;) Karnım sabahtan beri aç. Kahve, çikolata, alkol karnımı doyurmaz ki. Ayyaş mıyım ben ya ;( Hayallerim kırıldı mı saldırıyorum her şeye.

Dün gece doktora gittik. Üzüntü sonucu mide ağrıları. Üzülmeden bir hayat geçirmeyi öneriyor doktor, dövüp uzaklaşmalı mıydım ;) Durgunlaşmışım öyle dediler bana. " Neyin var kız? " Sorusunun cevabı öyle uzun ki. Anlamazlar. “ Hiçbir şeyim yok ” Aslında bir çok şeyim var demek, anlamazlar. İyiler onlar, beni mutlu etmeye çalışıyorlar, beni arıyorlar telefonla.

Çikolata alıyorlar bana. Uykuluk ve kokoreç yemeğe gidiyoruz denize karşı. Beni mutlu etmeye çalışıyor herkes. Herkes deyip de bu kelimeyle küçümsediğim mutluluktan korkmayan kimseler. Bana nasılsın “ Canım ” diyor bir kısmı, bir kısmı da “ Özledim seni ”. Nasıl özlemişim bilmezsin. Hissediyorum; basitliğimin farkındalar. Bir tabak dolusu pizza kraker yanında limonlu gazozla Ninja Kaplumbağaları seyrederken, ben Mikelanjeloyum, sen Donatello, sen Rafael, sen Sprinter Usta çığlıkları arasında çekilen fotoğraf neşe kaynağımız oluyor. Beni biliyorlar, çocuk usluluğumu biliyorlar. Çünkü son sözü başta söylüyorum ve gaz yapmıyorum onlara ve herkese.

Karanlığında kaybolamam daha fazla. Gencim, güzelim. Sarhoş da oluyorum dilediğimce.( Bu kadar duru bir akıl, sarhoşluğu kabul etmez ama adı bu olsun.) Ayaklarım toprak benim, hiç uçmam havalarda.
Biz; sen-ben diye ayrıldığında cümleye başlarken, sende ben artmıştır artık.

Artık; yetti gidiyorum.
Artık; fazla gelmiş olan.
Artık; eskimiş, çöpleşmiş olan.
Artık; usanılmışlık olan.
Artık; hayatındaki, kırmızı koltuğu istemiyorum.

Yetti gidiyorum.

Yetti; yetmek fiili.
Yetti; fazla gelmek.
Yetti; yetti be senle mi uğraşıcam.
Yetti; yetti gayri sesim duyulmaz olmuş olan.
Yetti; doydum.
Yetti; bitti.

Al işte karar veriyorum senin adına da benim adıma da, üstüne soda içsen bile hazmedemezsin. Bulandın su misali, ağırlaştım gölgende. Kaldıramazsın.
Kaldıramazsan, kaldırılar gülüm ;)


Paylaşmaya önce bana, sevmeye önce 'ben' diye başlarsan eğer, yıkılan binanın artan tuğlaları ziyan olmasın diye duvarlar örersin kendine.

Paylaşmak ve sevgi; önce 'O' dedirtir.

Her şeyinin bu denli basit olduğu birinin üstüne ben Zorroyum, hurra diye atlaman senin gibi Süpermen'lere davetiye çıkartıyorlar bana bulaşmaları için. Sen o “Z” harfini kendi kaba tarafına kazı.

Korkma, ben korkmuyorum. Kendimi kaybetmedim ki ben, bu kadar gerçekçi olmak can sıkıyor değil mi, ne hoş.

Şimdi hiçlerim olan her şeylerini git paylaş onlarla.

Bencil bir aşk öyküsü bu.

İsmim gibiyim ben, kuralları sevemeyen. Sevince önce o diyen.

Basitim-basitsin.

Basit; birleşik ve karışık olmayan.
Basit; rahat olan.
Basit; ne olduğunun farkında olup rol yapmayan.

Rakı kokuyorum, çakmak çakasım var ağzımın içine. Yüzüne ejderha gibi hohlayabilmek için...

Elin ayrılığın elinde, dilin tüm hayallerimizi sökmüş!

En büyük küfrü kendime ediyorum; " Aslan Kral benim. "

YAZIMSILAR - XI

Thursday, March 17, 2005

Gene Sen

Geçen gün eczaneden uyku getirici aldım,
gene paketten sen çiktın,
kapsül kapsül
uyku kaçırıcı,

Wednesday, March 16, 2005

Defolun, Defo olun,

Büyük puntolu insanlar arasındaki,
gözleri kör ve bakire bakışları olan,
ağlarken gülen; gülerken kaybolan
bir tek beni gömdüm yıktığın şehrin
duvarları arasına

Tuesday, March 15, 2005

Kıtır Kıtır Ekmek

Kıtır kıtır ekmek yedim bu sabah gene,
Kimse sevmez sert ekmeği çevremde
Bana taş gibi gelmiyor yediğim ekmek
Onu bile seviyorum
Sana Benziyor,
Senin duvarlarına benziyor
Ben her şeye alışıyorum ya ;(
Ekmeğin kıtırını çaya banıyorum,
Seni uykusuzluğuma katıyorum.

Monday, March 14, 2005

Seni Terk Ediyorum

Kararttım gözlerimi, ağıt yaktım başımın dumanına
Sana geldiğim kadar gidiyorum!
Şimdi. Elin göğsümdeyken.
'Kadınım' diyor giderken çalan şarkı
Hiç senin olmayan birine takılmış yanlış takma isim

Duman duman yol alıyorum.
Seni terk ediyorum!

Yaşanmışları içime boşaltıp
Parlak kentteki çocuklara hikayelerimi yetiştirmek için
Seni terk ediyorum!

Ne çok yalnızmışım
Unutulur olmuşum anlarında
Sığınmışım gelir-geçer laflara
Yok! Hayır!
Susuyorum.
Seni terk ediyorum!

Verdiğim sevgi kadar uzağa, o kadar parlaklığa gidiyorum
Fiskos masasına fısıldadıklarımı da alıyorum.
Hakkım dediğin tüketişlerini bağcıklarına dolayıp
Bende aradığın o kadını da alıp
Seni terk ediyorum!

İsyan olmuşum milyon kere.
Ağlamışım görmemişsin!
Evet göz yaşlarımı da içime boşalttım.

Dualar etmişim, yalvarmışım, sormuşum,
Tüm dinlere, Peygamberlere
Yakarışlarım yastığın, sorularım aynan, dualarımda sen dolasın diye.
Herkes yalancı çıkmış.
Kimse sorduklarıma cevap veremiyor.
Ve ben seni terk ediyorum!
Parlak kentteki dazlak çocuklara.

Saçlarımı kazıtıyorum gene senin usturanla
Kanatıyorum beynimi, düşüncemi anla, gölgenden kork diye.
Seni terk ediyorum!

Dişlerime dolgu yaptığım hikayeleri anlatmaya gidiyorum.
En kalabalık tren istasyonuna
Cuf cuf' un çıkardığı dumana takılıp
Seni terk ediyorum!

Bu mektubu sana dokunduğun anda küf kokutacağını bile bile
Mis kokan parlak ülkemden gönderiyorum

Ve ben şimdi!
Parlak kentteki dazlak çocuklara hikayeler anlatan, inanılmaması gereken bir varlığım artık!


Artık!
Ağlamak da gülmek de eskisi kadar kolay değil.
Seni terk ediyorum!

Sunday, March 13, 2005

Mürdüm Eriği Sevdam

Tam 3 yıl oldu, anmayalı. Kırmızı şarap yanında ekşi erik yemeyeli; ağzımı, dilimi buruşturmayalı 3 yıl oldu.

Anmayalı diyorum; ama zamanları çivilemişim takvimime, sigara içmişim küllüğü komidinimin üstünde. Seviyorum dolu küllükleri, çay fincanında sigara söndürmeyi, çöpü çöp harici her deliğe sıkıştırmayı seviyorum.

Bugün Pazar kuruluyor, çıksam mı dışarı acaba?
Aşık olsam mı acaba? Ya da, bulaşsam mı birine acaba?

Dudaklarımı morartırcasına ısırıyorum, kanatıyorum 3 yıldır.
Kanım; şarap susamışlığım
Morartım; erik tadım

Dudaklarımı yalıyorum,
Dilim fütursuzca taklalar atıyor dudaklarımın o en köşelerinde.
Tahrik edecek bir 3 yılım var elimde sadece.

Yanaklarımdan makas alıyorum-senin yaptığın gibi
Senin yaptıklarını seviyorum! Seni asla!
Yatağın köşesinde uzanmış bedenimi seyretmeni seviyorum. Ayak parmaklarımı öpmeni seviyorum.

Aldanışların en kocası, yaşanmışlığın en dibi senin sevdan. Bana dokunuşlarını özlüyorum! Seni asla!
Terimi yıldırmanı arzuluyorum, gecenin en seksi saatlerinde.

Kanayan hep morarır. Tenim gibi. Kalbim gibi.

Düşler görüyorum gerçek sandığım her mekanda,

Bir bebek doğuruyorum yalnızlığıma arkadaş, sigarama yabancı. Tüm saatlerin ding-dong’ unda ürken bir bebek. Şarabi düşlerimin en gerçekçi uğultusu bu bebek.

Tam 3 yıl olmuş seni rakıya, peynire terk edeli. Mürdüm eriği sevdam; bunlar o kadar beyazlar ki, o kadar saf. Ama ben hep dudaklarımı kanatırcasına morartmanı özlüyorum.

Bembeyaz çarşaflara doladım bedenimi de, kalktım yataktan. Aralanmış dudaklarımın en kenarına sıkıştırılmış sigara.
Üstüne yürüyorum, adi bakışlarım gözümde,
Morarmış hercai düşlerinin mosmoruyum ben!


Ama sen; beni kanatamayacak kadar karasın!

Saturday, March 12, 2005

Göbek Bağım

Mosmor cümlelerim senli, benli

Gecenin kucağında korkuya susamış düşlerim

Dişime sıktığım, gözümden kanar

Delik ateş çemberinden atlayan

Hüzün motifli çeyiz sandığım

Göbek bağım kesilmemiş daha

Hiçbir zaman duyamayacağın

Flütün sesi var

Dönüşü olmayan bu aşkın rivayetinde

Üstünde uyuya kalmışım tüm yaşanmışlarla birlikte,

Affet!

Ondan bu kadar hırçınım.

Bir ceset gibi sevmişim seni

Serçe adamışım,

Soğuk bir kış tadında gelesin diye

Kalbime dolasın diye

Bu sefil tarihi, bu hiçliği

Bir demlik çayla,

Çay tadında satasın istedim.

Yüreğine düşen, çeyiz düzen esir kızlara

İçime bulaşıp

Öldürücü darbelerle yere serdiğim martılar,

Sevda düşkünü yalnızlığımla nasıl dans ediyor,

Ve

Eşkıya konuşmalar bir çiçeği okşuyor.

Göz aklarım mosmor

Uçurum bakışlarında intihar eden göz yaşlarım

Kısır sevginden hortlayan-puşt acıların

Seni hayalimden

Hayalim olan göbek bağımdan

Zalimce böldüler.

Bağım olan senle

kapadılar gözlerimi

Saçlarımı iki yandan örüp

hasretin körlüğünü doladılar uçlarına

Martılar,

Martılar bir garip ötüşlü.

Gözlerimden öpsene çocuk

Garipleşmiş tüm fonksiyonlarıma bir anlam vermeden

Ayrıldığım şehirde ki

Dost işi, Japon mucizesi pilli bebek;

Kurulu yalnızlığım

Sensizliğinden kurşunlanmış bir ben,

Tiksintiler,

Her şey olamamış hiçler.

Umutsuzluk sapağında; ölüm.



Ne’m kalır bağımda seni alırlarsa benden!

Friday, March 11, 2005

Bana Ne Yapmam Gerektiğini Söyleme!

Evet çok soğuk, farkındayım. Telefonda duyduğum sesten daha soğuk odam. Isıtıcımı açamıyorum elektrik faturası yüklü geliyor.

Sen ne zannediyorsun beni? Askeriyedeki asker değilim ben ya da yükle yolla bir hafıza değilim. Bana başka anlamlar yüklüyorsun beni severken. Farkındasın bu yaptığının. Otomatik Portakal'ı okudun veya izledin mi? Değiştirmeye çalışmak neler yaptırıyor insana bilmezsin sen. Hem değişim diye bir şey de yoktur. Ne değişmiş ki ben değişeyim? Değişmez, gelişir nesneler ama hep birileri çıkar ben yarattım, o yarattı bunu der. Yalancı bunlar, bunları dinleyenler de aptal! Gelişerek gelmiş bir canlıyı yarattığını iddia ediyorlar! Bu çocuğu biz yaptık, biz dünyaya getirdik. Kocaman yalan! Sizin spermlerinizin marifeti bu. Bir sperm başka bir yere taşındı, orda arkadaş buldu kendine eş, dediler burası dar, geliştirelim kendimizi, sonra da sizin spermlerin emeğine saygı duymadan biz yaptık dediğiniz kişi meydana geldi.

Senin yerin neresi? Cimri herif, ödünç sperm istedim, geliştirip geri verecektim halbuki. Plastik poşet oldu sonu, bunu bile benimle paylaşmadın. Sonra beni sevdiğini söylüyorsun, sevmiyorum seni ben inan bana! Plastik poşetleri de sevmiyorum. O geceden beri, ekmek taşıdığım poşeti bile deliyorum, tırnaklarımı acımasızca geçiriyorum, ekmek kırıntıları süzülüyor bir yerlere deliklerden, senin içime akıtamadığın sevgiyi ben şimdi karnımda büyütüyorum.

Thursday, March 10, 2005

Beyaz

tüm güzellikler sende
beyaz bir tül
ince uzun bardağın içindeki.

sen
en saf halinde
ben
en acımasız

içip içip kendimden geçişim
hep sattığım beyaz düşlerime dönüş.

gelinliğimi,
saçlarımdaki gelin tellerini,
ince uzun duvağımı,
kurbağamı,
benim masalımı anımsayıp senle yıkanmak

belki de duvağı yüzüme örtmek, seni içmek.

belki de beyaz yapmak, kırmızıyı

sancılarımda, sevinçlerimde
sen olduğun gibi saf kal
ben acımasız.

sen bana kendini sun,
ben ince gelin teli üstünde yürürken.

sen tenimin kokusu,
sen güzel yapan güzel
Lethe' nin suyu sensin!
kana kana içtiğim.

Wednesday, March 09, 2005

Öznesiz Mektup

Hiç yazılmamış bir mektup yazmak için,
Hiç yaşanmamış olmalısın,
evet öyle
hiç yaşanmamış bir ayrılıksın sen
hiç sebepsizsin
sebebimsin
kimliksizsin
işte bu anılar canımı yakıyor
canım yanıyor,
öznesiz cümleler kurmaktan yoruldum,

Tuesday, March 08, 2005

Ruh

Çok tanıdık gelen bu duygular, gene bir uçurumun eşiğinde olduğumun habercisi. Üzerine serip kendimi uyumak istiyorum, unuttuğum her şeyi hatırlamak için. Teninle tenimi bağlamak istiyorum, terini kana kana içmek. Dişiliğimin kumanda ettiği bir eti sana sunmak değil amacım. Amacım her neyse vakit geçiyor artık. Zaman kötülüğün habercisi galiba. Bir düş selinin içinde soluk alıp vermek istiyorum seninle beraber aynı ritimde. Denize karşı seninle beraber, sırtını duvara dayadığında seninle beraber, ellerini toprağa buladığında seninle beraber, midene indiğinde lokmalar seninle beraber. Seninle beraber ben. Ben seninle beraber hep sen, sen, sen.

Bir gariplik olarak geçişimi kutlamak istiyorum, tüm uçan hayvanlara sunduğum yüreklerle.

Aşk, ey aşk.!

Tanımını adımlarımı takip ettirdiğimde çözdüğüm bir bela. Öyle bir bela ki tüm titrek bakışlar göz bebeklerimde son buluyor.

Biliyorum gene. ;)

Gene bir çırpıda tanıdım. Kışın ince giysilerimle beni soğuktan koruyan o elleri. Hep aynı ruh başka gözlerde karşıma çıkıyor. Ruhun gözü var. Bebeklerimi ben bu ruhlarla besledim büyüttüm. Kocaman bakabiliyorum artık. Tedirginliğimi intiharla süsleyen bir yalnızlık bu benim yaşadığım. O ruh benim süt bedenime dokunup, gözlerime damladığında; bütün bebeklerim intihar ediyor bizimle beraber. Çığlıkların sus’ u yok. Bebeklerim gözlerimden düşerken başka bebekler ellerimden tutuyor. Düşüp durduğum yerin içinden geçip çılgına dönüşümü seyrediyorum. Sessizlik.

Biliyorsun senden başka kimse bilmiyor, izlemiyor beni. Tekrar tekrar deneyen, benim için Tanrıya yalvaran, gözümün nuruna dolmak için karşıma aldığımsın. Güzellikler var benim içimde, içim ki bilmediğin her şeyi sunacak sen bu eve geldiğinde.

Ayrık iki ruh birleştiğinde,
Güneş de ayrılır yörüngesinden.
Gelmek için; tekrar gitmemiz gereken,
Bir düş bu yaşadığımız.

Monday, March 07, 2005

Ardından

Ardında bıraktığın biri ben olmamalıydım

Bezginliğim kocaman oluşumdan
Bu aşina adımlar, her bir kaldırımını ürkekçe dolaştığım şehre dar geliyor
Bu oda artık çok ufak
Bu yatağa sığamam ben

Sevgi;
Çok sevdim bir zamanlar,
O zamanlar ki- nasıl başladı ve bitti- bilmediğim zamanlar

Aşk;
Sevgilinin ismiydi
Kırmızıya boyadığım bu dünyada

Ve Ben;
Öyle günler gördüm ki
Kelimeler yetmez anlatmaya
Göz yaşlarım yetmez denizi taşırmaya
Kuralları umursamadan oynadığım bu tarih benim değil

Bu görüntüsü bozulmuş aşık ben değilim,

Aşk’ a yazılmış yazıtların gül bahçesi benim,
Dikenleri dokunduğunda senden bana köprü uzatan,

Bir aşktım.
Işıkları sönmüş Aşkların dünyasında, koca bir kırmızıydım.
Kendi üstüne çökmüş koca bir hasretim artık,
Dar geliyor bu kocamanlık.

Seyrederdi beni aşk,
Tek başıma değildim hiç,
Ki- yalnız başıma kaldığımda bir evrenin yalnızlığını taşıtır bana bu kocamanlık.

Yontuldum ve yok edildim,
Seyrederken beni aşk.
Aşk; sevgilinin adı
Bu onun kutsal mutluluğu,
Benim prensesliğim bu kutsallıktan ibaretti,
Aç bir prenses ve boyacıydım sadece bu ülkede,
Öğrenmeye ve sevmeye aç

Ve benim varlığım,
Sizin akamadığınız,
Gerçeklik çeşmesi idi.
Şimdinin kıpırtısız uzanmış bedeni.

Fosforlu alevler doğuruyor yalnızlığım,
Anadan üryan düşlerimin üstünde dönerek
Açılan çatlaklar arasından dibe vurduğum
Uzanıp bir taşın kıyısında dua ettiğim.

Yeminle, terk ettiğim bu düşler.
Düştüğüm ve her seferinde yazdığım.
Derin bir cehennemde hurinin ne işi var,?

Sana kızgın değilim.
Azar döner ve gelirlerim var sadece.
Ve gel-gitmelerim.

O gün dörtyol ağzında,
Ayrıldık seninle,
Çay renkli bir elveda.
Bir çelenk.
Ben o gün öğrendim canlı olduğumu.
Beni yukarı kaldıran, gurur ve onurumun aynasına baktım.
Ben soyundum gururla.
Yer yüzü giyindi, seni örtmek için.


Buldum.
Aşk gözleri yaşlı bir çocukla karşılaştığında
Sudan yapılma bedenler denize saçılmıştır.
Korkma.

Buldum,
Ağlatıldığında bütün bedenleri yutan.
O çocuk benim.
Aşk beni ağlattığında
Minicikti ayaklarımın dibinde.

Heceleyerek öğrendiğim bütün isimlerini unuttum.
Nereye gittiğimi bilmediğim bu tutku,
Rüzgarın kucakladığı konuşan,birleşen gözlerden ibaret.

Gözlerini diktiğin berraklıkların,
Doyumsuz öykülerle doyduğunu
Görünümün değiştiğini.
Ben soyunurken sarıldığım saydamlık anlattı kırmızıya.
Kalçalarım gibi yuvarlak bir boşluk olduğunu,
Bir çocuk gibi kaka nı berraklığa, saflığa bulaştırmaman gerektiğini,
O dörtyol ağzında,
Dünya seni terk ettiğinde öğrenmeliydin.

-İnsanın ilk ayrılığı, dölyolundan dörtyola geçişidir, Göbek bağının kesilişidir. Ebda-

Adlandıramadığım bir kişiliğe bürünüp dolaşman
Çok yüzsüzce.

Duydum saklanacak bir yüz bulmuşsun kendine.
Vaktin geliyor.
Tekrar benden ayrılmak için.
Dört yol ağzında seni bekleyen serseri gövdem olmayacak orda.
Saplanıp kalacağın, eriyeceğin, boğulacağın.
Çamurlardan yorulup,
Tekrar bir gövde bulamayacağın,
Dokunan ellerin varlık kapılarını zorlayamayacağı bedenler.
Çürütecek seni.
Sen bu sıcak yaranın üstünde dans ettiğini zannederken.
Sis boğacak seni.

Canlı canlı gömdüğüm yaramı fırlatıp,
Sana yem vereceğim,
Ayağımın dibindeki,
Saydamlığın altında boğduğum aşk.
Bırak-bırakabilirsen.

Zamanın kıpırdamadığı
Dünyanın beynimde döndüğü,
Oksitlendim iğne deliğinden geçebilmek için
Düşlerimi çarmıha gerip yakmak için.
Buradaki bedenim zarar görmemeli,

Düş kadar gerçek.
Yaramın sıcak oluşu.

Kimse ateşimin üstüne sönemez.

Bağlarının çözülüşünden haberin olmayacak.

Sunday, March 06, 2005

Usavurduklarım

Aşklar;

Gene yazıyorum, parlak maskeleri düşürmek için. Evrenin tüm aşklarına gerçekleri göstermeliyim. Kaybolmak için nasıl çaba harcadıklarını, yitirdiklerini söylemeliyim.

Ah sevgilim, aşığım sana. Bir bilsen seni nasıl özlüyorum. Adın aşk senin, çünkü kimse bu kadar yakışamaz bu isme.Hav hav yada kuçu kuçu köpek gibi dolanıyor insanlar birbirlerinin çevrelerinde. Neler oluyor?

Genelleme yapmaktan her cümlesinde sakınan ben, artık “ben” derken bile genelleme yapıyorum. Şekillendiriyor cümleler bizleri. Herkes birbirinden o kadar etkileniyor ki anlamsız beyinler boşlukta dolaşıyor hem de çok yorulduğunu zannederek. Birbirimizi gözetliyoruz.

Evet şimdi gözlerinizi çipil çipil açıp bakın bebeklerime, hepinizi erdemle kırbaçlayacak kadar meziyeti var aklımdan dökülen sözcüklerin.

Ben gözünün nuruna doldurabileceklerinden bahsediyorum. Bilirim gerçek aşkları çünkü önce o derim hep. Aşk canın belasıdır, ben de bu belaya can atmış bir Leyla.

Görüyorum, çevremde dönen bin bir türlü saklambacı. Sevgililer cep deliklerinden sızıyorlar, hangi paçadan süzülüp hangi kirli çoraba dolacağını düşünüyorlar. Öncelikler erteleniyor. Çok komik ama, savruk bahanelerle ikililer birbirlerinin heyecanlarını kıstırıyorlar.

Eğer yılan kurbağayı sevseydi; sudan bahaneler dolmazdı kimsenin yüreğine. Ve eğer kurbağa sevseydi yılanı; gurur demezdi dikmezdi kafasını sineklere karşı. İşte aynen böyle, sevgi önce o dedirtir.

“Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin
Tekkede, manastırda eremezsin
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin, cehennemin üstündesin (Ö.Hayyam)”


Gönül ehli bu cennet ve cehennemin üstü. Bütün varlıkların sebebi sevgidir. Sevgiyle doğan bebeklere neler oluyor, sevginin sırrından haber alamamış insan fazlası gibi dolaşıyorlar çevremde. Sunulan sevgiler; ne alırsan bir milyon dükkanlarındaki gibi ucuz olmamalı,yüreğinde ateş olmayan demir kazıklarla yaklaşmamalı. Yara izi taşımamalı kimse.

-İnandıklarımız bizim hayatımızdır. Ebda-

Aşk öyle bir yara ki, pınarı akmayı kestiğinde çatlar olur yüreğin, coştuğunda yosun tutar.

Yüreğine ateş düşen hiç kimse ak pak kalamaz itin ve bitin arasında.

“Aşk belasıyla beni içli dışlı eyle ve bir an olsun beni o beladan ayırma; ben var oldukça beladan yüz çevirtme. Yalvardıkça ben belanın acısıyla, Sen ayrık belalar vererek o acıyı unuttur. Bu duamı kabul eyle ey kimsesizler Kimsesi! (Leyla ile Mecnun – İskender Pala)”

Aşk ile çılgına döndüm, kahrolası uzak kalamıyor benden.

“Ey aşkın galeyanıyla bağrına “Kara Taş” ı vuran ve gözünden zemzem ağlayan Kabe!.. Ey içindeki aşkı gizlemek için karalar giyinmiş olan Peygamberler ortağı! Ey ilahi aşkın ayak izleriyle şeref bulan! Billahi, bana o kadar yakınsın ve sana o kadar benziyorum ki, Peygamber’ i seven dostlar aşkına söyle, kime aşıksın?.. (Leyla ile Mecnun – İskender Pala)”

Yüreğimizde bir şeyler bittiğinde boşluklar gene yeni biten bir şeylerle dolup-boşalıyor. Bir şey başladığında bitiyor aslında ;)

Buda benim sus payım ;/

23,04,04 /00;36
E.M “Ebda bir Ada”
Usavurduklarım, belki de sanrılarımdı?

Dua

Biliyor ve senden diliyorum
Gerçek olan rüyalarımla yüzleştir beni,
Aklımı yitirmeden,
Dimdik – yıkılmadan.
Vazgeçmediğimi bağırt bana


E.M

Ebda bir Ada(ile)

Saturday, March 05, 2005

Bulanık Kadeh

Bir oyundu kadehte ki,

Delirirken, aklın baştan gitmişi
Mutluyken huzurun isyanı
Severken nefretin magması

Hiç kimseyken ben,
Her şeyin dibi ve başıydı kadehteki

Kadehteki; şeffaflığına su bulaştırdığım bulanık.

Thursday, March 03, 2005

Ooo Ooo Ooo

Kaderin kederdeyse ne yapacağın bilinmez. Hep kederse kaderin hepsi senin elinde. Kuklaları istediğin gibi oynatabilirsin. Kimse yaşananları yazmadı, çünkü
kimse bu kadar dürüst olamaz.
Kim seni yönlendirebilir ki? Yaşanasılar köpek ısırığı gibi acıtsa bile duymamalı söylenenleri, bırakmalı fareler kemirsin kulaklarımızı.

Acının en ulaşılmazı paylaşmak bildiğini.

Kelimeler az gelir. Yaşarken kıvırma payı vermek lazım belki de ;) Sevgide dürüstlük aradım; evet aradığımı buldum. Sonra yönetmen beni gene işimden etti. Ben sahnede doğaçlama yapacağımı sanarken kaba etimi kurdun dişleri arasında buldum(En kaba tarafım, yontulmamış olan yanım kalbim benim.). Neler değişti setten atılalı? Değişim olmadı hayatımda(Değişim yoktur, gelişim vardır. Ebda).

Kısa bir süre oldu ayrılalı; ama geliştim gene. Dişlerim artık daha keskin. Isırdığımın canını kanatabilirim böylelikle. Haklayabilirim tak ettiği zaman beynime. Geçen gün filmin afişine baktım. Kurt, koyun ve kız oradaydı. Kurdun dişleri sarı ve parlak. Koyun kınalı ve aptal. Kızsa gelecek acının habercisi gibi çok tatlı ve saf. Kurt saf olanı kirletir. Elimde bir makas afişten kestim kurdun resmini. Kurdu kurtarınca ordan, tüm çekiciliği gitti. Onu yaşatmak isterken kendi mutlu dünyamda, idam ettim bile bile. Kurt kurtulduğuna kızgın daha bir vahşi. Koyun gene aynı meeee liyor. Kız üzgün göremediğine. Ben mutluyum acıyı gördükçe. Dişlerimin suyu çekiliyor. Onu bu haliyle gördükçe.

Bu benim oyunum.

Ve başrol hiçbir zaman kötü olmaz.

Tuesday, March 01, 2005

Bambaşka

Ben,
burdayım
başka yerde.

Zehrin,
içimde
başka yerde.

Sen,
ben,
ayrı.

Sen,
canımda.

Ben,
başka yerde.

Canım,
sende.

Sen,
başka yerde.

Sen,
ben,
iç içe
yan yana
can cana

Hep,
başka yerde.