Monday, March 07, 2005

Ardından

Ardında bıraktığın biri ben olmamalıydım

Bezginliğim kocaman oluşumdan
Bu aşina adımlar, her bir kaldırımını ürkekçe dolaştığım şehre dar geliyor
Bu oda artık çok ufak
Bu yatağa sığamam ben

Sevgi;
Çok sevdim bir zamanlar,
O zamanlar ki- nasıl başladı ve bitti- bilmediğim zamanlar

Aşk;
Sevgilinin ismiydi
Kırmızıya boyadığım bu dünyada

Ve Ben;
Öyle günler gördüm ki
Kelimeler yetmez anlatmaya
Göz yaşlarım yetmez denizi taşırmaya
Kuralları umursamadan oynadığım bu tarih benim değil

Bu görüntüsü bozulmuş aşık ben değilim,

Aşk’ a yazılmış yazıtların gül bahçesi benim,
Dikenleri dokunduğunda senden bana köprü uzatan,

Bir aşktım.
Işıkları sönmüş Aşkların dünyasında, koca bir kırmızıydım.
Kendi üstüne çökmüş koca bir hasretim artık,
Dar geliyor bu kocamanlık.

Seyrederdi beni aşk,
Tek başıma değildim hiç,
Ki- yalnız başıma kaldığımda bir evrenin yalnızlığını taşıtır bana bu kocamanlık.

Yontuldum ve yok edildim,
Seyrederken beni aşk.
Aşk; sevgilinin adı
Bu onun kutsal mutluluğu,
Benim prensesliğim bu kutsallıktan ibaretti,
Aç bir prenses ve boyacıydım sadece bu ülkede,
Öğrenmeye ve sevmeye aç

Ve benim varlığım,
Sizin akamadığınız,
Gerçeklik çeşmesi idi.
Şimdinin kıpırtısız uzanmış bedeni.

Fosforlu alevler doğuruyor yalnızlığım,
Anadan üryan düşlerimin üstünde dönerek
Açılan çatlaklar arasından dibe vurduğum
Uzanıp bir taşın kıyısında dua ettiğim.

Yeminle, terk ettiğim bu düşler.
Düştüğüm ve her seferinde yazdığım.
Derin bir cehennemde hurinin ne işi var,?

Sana kızgın değilim.
Azar döner ve gelirlerim var sadece.
Ve gel-gitmelerim.

O gün dörtyol ağzında,
Ayrıldık seninle,
Çay renkli bir elveda.
Bir çelenk.
Ben o gün öğrendim canlı olduğumu.
Beni yukarı kaldıran, gurur ve onurumun aynasına baktım.
Ben soyundum gururla.
Yer yüzü giyindi, seni örtmek için.


Buldum.
Aşk gözleri yaşlı bir çocukla karşılaştığında
Sudan yapılma bedenler denize saçılmıştır.
Korkma.

Buldum,
Ağlatıldığında bütün bedenleri yutan.
O çocuk benim.
Aşk beni ağlattığında
Minicikti ayaklarımın dibinde.

Heceleyerek öğrendiğim bütün isimlerini unuttum.
Nereye gittiğimi bilmediğim bu tutku,
Rüzgarın kucakladığı konuşan,birleşen gözlerden ibaret.

Gözlerini diktiğin berraklıkların,
Doyumsuz öykülerle doyduğunu
Görünümün değiştiğini.
Ben soyunurken sarıldığım saydamlık anlattı kırmızıya.
Kalçalarım gibi yuvarlak bir boşluk olduğunu,
Bir çocuk gibi kaka nı berraklığa, saflığa bulaştırmaman gerektiğini,
O dörtyol ağzında,
Dünya seni terk ettiğinde öğrenmeliydin.

-İnsanın ilk ayrılığı, dölyolundan dörtyola geçişidir, Göbek bağının kesilişidir. Ebda-

Adlandıramadığım bir kişiliğe bürünüp dolaşman
Çok yüzsüzce.

Duydum saklanacak bir yüz bulmuşsun kendine.
Vaktin geliyor.
Tekrar benden ayrılmak için.
Dört yol ağzında seni bekleyen serseri gövdem olmayacak orda.
Saplanıp kalacağın, eriyeceğin, boğulacağın.
Çamurlardan yorulup,
Tekrar bir gövde bulamayacağın,
Dokunan ellerin varlık kapılarını zorlayamayacağı bedenler.
Çürütecek seni.
Sen bu sıcak yaranın üstünde dans ettiğini zannederken.
Sis boğacak seni.

Canlı canlı gömdüğüm yaramı fırlatıp,
Sana yem vereceğim,
Ayağımın dibindeki,
Saydamlığın altında boğduğum aşk.
Bırak-bırakabilirsen.

Zamanın kıpırdamadığı
Dünyanın beynimde döndüğü,
Oksitlendim iğne deliğinden geçebilmek için
Düşlerimi çarmıha gerip yakmak için.
Buradaki bedenim zarar görmemeli,

Düş kadar gerçek.
Yaramın sıcak oluşu.

Kimse ateşimin üstüne sönemez.

Bağlarının çözülüşünden haberin olmayacak.

No comments: