Friday, March 31, 2006

Günlük,

Dün akşam Beyza'nın Kadınları nı izledik. Filmi beğendim. Dayanamayıp filmin ortasında çıkmak bile istedim. Hem ağrım vardı hemde çocuk ağlıyordu dayanamadım. Hala ağrım var. Dün araba kullanırken çokmu kastım kendimi gene bilmemki ;)
Neyseee,,,
Bugün itibariyle ben artık borçsuz biriyim. Aldığım herşey benim ve çok mutluyum. Geleceğe yaptığım yatırımları tamamladım. Dışarıdan baktığında sele serpe bir hayatım varmış gibi gözükebilir fakat ben planlamayı ve planlarıma vaktinde ulaşmayı çok seviyorum. Planlarımda evimin bütün eksiklerini hepsini tamamlamak vardı, ve çöpüne kadar tamamladım, kendime olan geleceğe olan görevimi yerine getirdim. Tabi bunları yaparken aileme olan görevlerimi ihmal etmedim, yada sevdiklerime olan sorumluluklarımdan şaşmadım.
Şu ingilizce kursu yazın biticek inşallah. Bu bitsin kışın başka bir dil öğrenmek istiyorum ve aklımda italyanca var.
Ve gelelim büyük isteklerimden birine,, Ben araba istiyorum ;) Hemde çok istiyorum. Yani tam zamanı. Hep kafamda tilkiler dolaşır ama ben hep ani kararlar veririm, yani öyle sanarlar ben onu bin kere düşünmüş planlamış ezberlemiş olurum halbuki,
Neyse şu an bütün isteğim bir araba.
Daha sonrada bir çocuk.
;)
Sıradan bir hayatın bütün basamaklarını bilmek istiyorum...

Friday, March 24, 2006

Sevmek (Alıntı)

SEVMEK


Kişi sevdiğiyle olmak ister!.

Sevdiğinin hâliyle hâllenir… Sevgisi kadarıyla, onunla yaşar!.

Sevginin ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz için, çoğunlukla, “beğeni” ile “sevgi”yi birbirine karıştırırız...

“Beğeni” yanında “sahip olma” arzusuyla açığa çıkar!.

Bir nesneden hoşlandığında, beğendiğin şeye sahip olmak ve üzerinde tasarruf edebilmek arzusuyla yaşarsın…

Bu tüm mahlûkatta çok yaygın bir duygudur!.

Kimi, beğendiğini cebine sokar; kimi beğendiğine tasma takıp yanında taşıyarak onunla hava atmak ister; kimi yakalayıp inine sürükler… Her mahlûk yaradılış fıtratına göre, beğendiği üzerinde tasarruf etmek ister.

“Sevmek” ise bundan çok farklıdır…

Sevince, yalnızca sevdiğin için yaşamak istersin!.

Yalnızca yanında olmak, yalnızca onun olmak, yalnızca onun zevk aldığıyla zevk alıp, sevmediğinden kaçmak istersin! Sevdiğin öylesine sarmıştır aklını, fikrini, ruhunu ki, her şey sana, onu hatırlatır; yanında iken bile onun içinde olmak istersin!… Yakınlık bile uzak gelir sana!…

Sen kaybolursun, sende; sevdiğin kalır yalnızca, beyninde!..

Onun bakışıyla bakar, onun değerlendirmesiyle değerlendirir, onun diliyle konuşmaya başlarsın!. Gözün ondan başkasını görmez, kulağın ondan başkasını duymaz, elin ondan başkasına uzanmaz olur!.

Her an sana sahip olmasını; varlığının, tasarrufunun her an üzerinde olmasını, her an seni kucaklamasını istersin!… Bedensel yakınlık bile, korkunç uzaklık gibi gelir sana; ve onunla tek bir beden, tek bir rûh, tek bir şuur olmayı dilersin!.

Sevgi, fıtratın müsait ise, sevdiğinde yok edesiye yakar seni; ve gün gelir kaşında-gözünde, yüzünde-dilinde sevdiğini görürler de, “sen o olmuşun” derler!

Beğenen sahip olmak ister…

Seven ise sevdiğinde yok olur; fedâ eder her şeyi sevdiği uğruna!.

Bazılarının da sevgi kokusu sürülür üstüne; “aşığım” sanır!. Ama sevdiği uğruna, fedâkârlık etmeye gelince sıra, o koku siliniverir üzerinden “kopamama” sabunuyla!.

Parasından kopamaz… Mevkiinden kopamaz… Yakınlarından kopamaz… İçinde yaşadığı ortamın güzelliklerinden kopamaz… “Etraf”tan kopamaz!.

Derken kusurlar belirmeye başlar sevdiğini sandığının üzerinde… Eksiklikler görmeye başlar, yetersizlikler görmeye başlar… Bunlar önce acıma duygusuna dönüştürür sevgisini; uzaktan acıyarak seyretmeye başlar… Sonra tatlı bir anıya dönüşür, sevgi sandığı duyguları!. Bu tecrübe gösterir ki, onun fıtratında sevgi programı yoktur!.. Beğeniyi, sevgi sanmıştır!..

Uzaklaşma ondan gelmemiş de, karşısındakinden gelmişse, bu defa “nefret”e döner “beğeni”; ondan intikam alma duygusu gelişir içinde; ve vicdanla intikam dalgaları arasında bir o yana bir bu yana sürüklenir durur; terkedilmişliğin, uzaklaşmanın, lâyık olmadığını yaşamanın sanısı içinde!..

Oysa yalnızca, fıtratında olmayan gerçek sevginin sonuçlarını yaşamaktadır!. Cüzdanı için, güzelliği-yakışıklılığı için, kendisine hoş gelen huyları için, mevkii-koltuğu için, ilmi için beğenmiştir; sevdiğini sanmış; sahip olamayınca da arzusuna erişememenin düş kırıklığı içinde kopmuş; yalnızca çıkarları doğrultusunda yaşamayı tercih etmiştir…

Seven ise göze almıştır kopmayı… Dışlanmayı… Paradan-puldan, nâmdan nişandan, dosttan akrabadan uzak kalmayı…

Fıtratından gelir sevgi!. Kulluğu sevmek üzeredir!. Onunla, sevmeyi yaşamak istediği için yaratmıştır onu Yaratan… O yüzden kopar anadan-babadan; dünyadan paradan!

Seven, karşılıksız sever!…

Beğenen karşılığını ister!.

Benim istediğim gibi yaşarsan seni boğarım sahip olduklarıma, der beğenen!..

Onun zaten fıtratında yoktur sevgi, bilmez aşkın ne olduğunu!.. Ne üzere yaratılmışsa, odur tüm meşgalesi… Karınca gibi çalışır; maymun gibi çiftleşir; aslan gibi yavrularına sahip çıkar… Ama pervane gibi sevemez!. Atamaz kendini ateşe!.

Sevgi sonunda yanmayı getirir!.. Beğeni ise sonunda kaçmayı!.

Beğenen mahlûkat çoğunluğuna göre, “sevgi” delilikten bir türdür!.. Anlamazlar onlar, sevdiği uğruna, etraf ne derse desin deyip, her şarta katlanmayı! Ve “delillik bu” derler

Beğenme bir tür “hobi”dir!… Bazen ömür boyu sürer, bazen bir kaçyıl, bazen bir kaç ay!..

Sevgi bir ömür boyudur!… Bitmez, tükenmez, bazen durulur, bazen coşar ama hiç gerilemez!.

İçinde, özünde hissedilip açığa çıkaramadığını karşısındakinde bulduğun anda onu sevmeye başlarsın... özünde sevgin kadardır karşısındakine aşkın!..

Çoğunlukla karşısındakinden, ondakinin yüzünü göstermesinden gelir sevgi insana!..

Bazen de özünden gösterir yüzünü O!… O zaman onlar için derler ki, “Allah’a âşık oldu”!..

“Kendine seçtikleri”dir sevenleri bir çehreden!… Özünden sevgiyi yaşayanlardır, “mukarreb”leri!…

Hünerlerini sergilemek için yaratmıştır herşeyi…

Sevmek için yaratmıştır sevilenleri!.

Gözlerinde seyretmek için gözleri olarak yaratmıştır “aşk”ı yaşattıklarını!..

Avam anlamaz ve bilmez bu aşkı!. Bunun aşk olduğunu!..

Oysa gerçek “aşk” O’nun ateşine pervane gibi atılıp; varlığını O’nda yitirip; O’nun “Bâki”liğini yaşattıklarıdır gerçek “âşık”lar!..

Özel bir fıtratla gelmişlerdir onlar, “âşık” olmak için!.. Yaşamları boyunca bir değer taşımamıştır dünya ve içindekiler!.. Parmaklarını bile kıpırdatmamışlardır dünya için!. “Allah de ötesinde bırak onları hevâlarıyla oyalansınlar” hitâbına mâruz kalmıştır programları; ve hücrelerine nüfûz etmiştir bu hitâp!..

Gerçek anlamıyla onlar “yaşarlar aşkı”; “Yaşar onlarda aşkı”; sever, acır, merhamet eder onlarda kullarına; çünkü bu sıfatlar için yaratmıştır onları!..

Var gel dostum, biz dönelim dünyamıza; bu masal gibi gelen sözler yeteri kadar ıslattı bizi!… Şimdi kurulanmak zamanı!.

Dönelim dünyamıza, koşalım, çalışalım, didinelim; insanları sevindirmek için onlara bir şeyler verelim; ve gönüllerini hoş etmek için güllâbicilik eyleyelim!..

Sonra da, bunları hep “Tanrı –pardon Allah- için yapıyoruz!” diyerek vicdanlarımızı tatmin edelim!..

Gönül “aşk” için yaratılmamışsa, neye yarar bunca demek!…

İyisi mi, “hobi” kabilinden “dinle ilgilenip”, günümüzü gün eylemek!.

AHMED HULÛSİ

2.8.1998
New Jersey U.S.A


.
http://www.ahmedhulusi.org/turkce/onemlikonular/sevmek.htm
.
Çok begenerek okudum yazıyı. Beğenmeden kastım cok dusunerek okudum bu yazıyı. Hep söylediğim bir söz geldi aklıma, Sevmek önce o dedirtir insana,,! Çevreme bakıyorum bir yığın saçmalık ve amaçsız ilişkiler. Kim bilir bizlerde böyle düşünüyoruz ilişkilerimiz hakkında, belki cüzdanını belki kaşını belki gözünü seviyoruz da kendimize söyliyemiyoruz. Ve Aşk adı altında dolanıp gidiyoruz. Öğrenmem lazım ve öğrenmeliyiz sevgide cefa yoktur. "Ben sevdiğime bakınca gözlerim kör oluyor." Sizlere dileyebileceğim tek sey budur,,
İkili İlişkilerden öte arkadaş ilişkilerine bakıyorum; bir yığın sacmalık daha. Dostluk adı altında tüm puştlukları yapıyor cevremizdeki insan fazlası bedenler. Bunların ruhları yok biliyorum. Biliyorum cunku tadına baktım. Acımsı kabak cekirdegi hep cekirdekler bitecekken yenir, işte benim yedigim acı kabak tadıda böyleydi,,,
Velhasıl binkelam, sevin ve söyleyin,,!
(işte bu maili bir çok arkadaşıma aynen böyle göndermiştim, bu sabah bu yazıyı bir daha okudum...)

Thursday, March 23, 2006

Nasıl oldu,?

Yazarken düşünmeye başladıysam o satır yarım kalır yada anlamsız bir yerde sonlanabilir ve/veya biter. Herneyse konu tam bu değil,,

Yaşarken düşünmeye başladım,
Bitti,
Bittim,,,

Çok fazla bir beklentim yok, bu hafifliğe alışmam lazım. Senide affettim inan bana...(anladım, anlıyorum yani. Sen derken o kadar fazlaki benden farklı dusunenler işte hepiniz sen siniz.)

Sayısal lotolarla kafayı yemiycem ve/veyahut oksurdugumde eyvah verem oldum da sanmıyacam. yanı nedır bu abartı ve hastalık korkusu bende bılmıyorumki depresif oldum çıktım ayol. yani benden önemli kim varki şuracıkta.

işte bundan sonra bencilim ben...
bundan önce değil.!

** Her işin başı sağlık **


(Not: Bu resmi ubermensch çekti.(kendisini cok severim.. sevgiler&saygılar) başımdaki atı kısa-camel in atkısı saolsun centilmenlik yapıp usudugum ıcın vermıstı atkısını bana(hala aldığın çetikleri yamalı mamalı giyiyorum ve sana olan patlıcanlı börek borcumu unutmadım.. sevgi ve saygılarımla) yer uludağ. yıl 2002 belki 2001 tam anımsıyamadım.)

Thursday, March 16, 2006

Kırmızı Kar,

as olan aşk,
asıl olan benim...

Düşünsene verdiğim sözleri. Beni nasıl dinlediğini, yaptığın yorumları. Ben konuşurken tırnaklarında sakladığın törpülerini beni severken derime derime, dilime dilime sürttüğünü. Bir düşünsene bana verdiğin sözleri. Kim kalkabilir bu ağır yükün altından tüm gerçekleri söyledikten, itiraf ettikten (gizli gizli) sonra. Bazen gerçekleri söylemek acıtır, heleki karşındaki duvar böyle düşünebileceğini hiç mi hiç düşünemezken. Karşındaki duvarı kırdın geçtin. Bedenin kadar bir oyuk var duvarda ve törpülerinin çizikleri. Biraz bekle,,,

Sabah haberlerde okudum Rusya ya kırkızı kar yağmış. Aman ne müthiş,,
Şimdi ne olacak, Kırmızı kar yağdığında yaparım denilen dilekler, kırmızı karı bekleyen umutlar ne olacak,? Kırmızı kar yağdığında unutulmaya söz verilen sevgiler, sevgililer de bundan nasibini alacak mı,? Unutulacaklar mı,? Unutmak kendini kaybetmek değil mi ne saçma... Biliyorsun ben hiç bir şeyi unutmam. Evrenimdeki her şey geçer, evrenimden her şey geçer ama ben hiç unutmam. Sadece kaydeden bir bölüm gibiyim ben. Sabırla bekleyen... Sabırla bekleyen ve kaydeden. Sessizliği alışıla
gelmişlikten öte, konuştuğunda düşünemeyen, ve kapılar ardına kapandımı usul usul ve sondan başa doğru bir bir tekrar eden,,,,

Kırmızı kar yağdı ve bekliyorum kırmızı kara bıraktığım işleri gerçekleştirmeyi..
Kim bilir daha kimler umudunu keşmişti de kırmızı kar dilemişti,,

;))

Duvar hala soğuk.
Ve ben bir hayat yaşadım kalbim acıdı dedim, hafife aldınız beni...
Ben bir hayat yaşıyorum, hepsini dibine kadar... kadar bir sınır olmamalı,,,
Aklımdan buraya yerleşen sözcüklerin her biri acıdığında canımın aslında gıdıklandığını, ağladığında gözlerinim aslında toz kaçtığını, ve sen böyle usul usul gittiğinde benim bütün olanları kaydettiğimi anlatmaya çalışıyor. Yoğun bir
çabayla bekliyorum.. Belki bir gün beni anlarsın diye. Kırmızı kar bile yağdı, artık renklenmeninde önemi yok....

Kırmızı kar yağdı ben hala acımasız ellerin pençesinde, düşüncesinde gömülüp gidiyorum...

Ne bekliyeyim ki ben artık, kırmızı kar yağdı ve sen hala beni zerre kadar anlamıyorsun...

E.M
Ebda
16,03,06 / 14;01

Tuesday, March 14, 2006

Porselen fincan Türkçesi, (Alıntı)

ELİF ŞAFAK
14.03.2006 SALI

Porselen fincan Türkçesi

Yıllar evvel hatırlıyorum, televizyonda Zeyna, elde kılıç her zamanki cevvalliğiyle maceradan maceraya koşuyor.


Derken bir ses, kim çevirdiyse, bu mitolojik kahramana şöyle buyuruyor: Tanrı Ares’i durdurmamız lazım. Kafayı yemiş olmalı!

Gündelik hayatın içinde evrile evrile gelişen deyimler, argo kelimeler, soyutlamalar şaşılacak bir süratle sirayet etmekte sinemanın, mizahın ve görsel basının hemen her alanına. Sokaktaki kelimeler hızla ve hiçbir engele toslamadan girebiliyor bu kulvarlara. Bilhassa reklamcılık âlemi anında besleniyor her yeni dil oyunundan. Hatta siyaset... Başbakanın argolu konuşması kimilerine göre bir kusur, diplomatik bir eksiklik, kimilerine göre de tam tersine içtenliğinin, samimiyetinin alameti. Her halükarda argo da küfür de fazlasıyla sızmış durumda siyaset hayatımıza. Keza egemen kültür de karşıt kültür de besleniyor argodan.

Bence bunlarda tuhaf bir şey yok. Aksine dil dediğin zaten böyle gelişir, eklemlene eklemlene. Şaşılacak şey, edebiyatın bundan nasibini alamaması. Mesele edebi kitaplara gelince nedense işte orada takılıyor kelimeler, sinsice sansürleniyor. Çünkü kimilerine göre edebiyat yücelerden yüce olmak durumunda; adeta bir öte sanat, bir üst yaratım alanı. Steril ve sofistike! Nezih ve derin! Ağır ve zihinsel! Dolayısıyla ‘bayağı’ kelimeler olmamalı orada. Ne argo ne küfür. Yakışmaz ciddi edebiyatçıya! Bu marazi yaklaşım ‘sözlü kültür’ ile ‘yazılı kültür’ arasına çok net bir duvar örmeye çalışıyor. Konuşurken serbest olanı yazıda yasaklıyor.

Doğrusu yeni romanım “Baba ve Piç”in başlığının bazılarını rahatsız ettiğine tanık olmasam, belki de ‘kitaplarda kelime sansürü meselesi’ne tekrar kafa yormazdım bugünlerde. Bazı kitapçılar, normalde romanımın posterini vitrinlerine asmaya çok hevesli iken, kitabın kapağında geçen bir kelimeden tedirgin olup vazgeçmişler. Baktım en ‘liberal’ basınımızın bazı mensupları mümkün mertebe yuvarlayarak söylüyor romanın başlığını, o başlıkta bir ‘ayıp’ saklıymışçasına. Oysa kitabın isminde geçen her üç kelime de bizim kültürümüzden, toplumumuzdan, gündelik hayatımızdan fazlasıyla aşina olduğumuz kelimeler. ‘Piç’ kelimesi toplumda karşılığı olan, dolaşımda bulunan, bir saptamayı karşılayan ve maalesef çokça kullanılan, kimi insanların üzerine bir yafta gibi yapıştırılan, son derece tanıdık bir betimleme değil mi? Üstelik bir ikinci anlamı daha var, kimsenin pek düşünmediği: ‘Ağacın dibinden bitiveren sürgün’ demek. Hem ağacın gövdesinden uzaklaşmaya çalışan hem de bir türlü ondan kopamayan. Demek ki hayatın içinde olan bir kelime. Peki ahlakçılığı değnekçilikle karıştıran kimi kitabevi sahiplerinin bu kelimenin geçtiği posteri vitrine koymak istememesinin sebebi ne olabilir? Kimi neden koruyorlar? Zaten bu kelimeyi gani gani kullanan sözlü kültürü mü koruyorlar edebiyatın ‘zararlı etkilerinden’, yoksa edebiyatı mı sterilleştirmek istiyorlar? Mesele edebiyata ve kitaplara gelince, argoya yönelik bu tahammülsüzlük neden?

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı çok severim. Onun edebiyatının böylesine engin ve yürekten olabilmesinin bir sebebi de sokağın dillerini, İstanbul’un hallerini, azınlıkların ifade biçimlerini, altkültürlerin argo ve deyimlerini, hayatın hakiki ritmini kitaplarına taşımış olmasıdır. Tutup da kalemini sterilleştirirseniz, Hüseyin Rahmi’den geriye ne kalır? Kuşa döner hikâyeleri, anlatımının gücü soluverir.

“Ama siz eğitimli bir kadın yazar olarak doğru Türkçenizle gençlerimize örnek olmalısınız.” demiş bir okurum. Ne ben kimseye ‘örnek’ olayım; ne de doğru ‘Türkçe’ diyerek tamamen yekpare kılınmış, tozlarından arındırılmış, mutlaklaştırılmış, kırpılmış, sansürlenmiş ve merkezileştirilmiş bir dil olsun. Zira kim ne derse desin, argo yabana atılamaz. Orada düğümlenir dilin kıvraklıkları, ezilenlerin isyanı, sessiz kitlelerin binbir itirazı, popüler kültürün açmazları ve yaratıcılıkları. Orada saklıdır bir kültürün zeka kıvılcımları. Argoyu edebiyata yasaklayamazsınız.

Sen hangisini yeğlersin sevgili okur? Fildişi kulesinden şehre bakarak, kapalı camlar ardında porselen fincan Türkçesi yudumlayarak yazan bir edebiyatçılık anlayışını mı yoksa yüreği ve beyni ve hayalleri ve kalemi sokağın türlü türlü dillerine, hayatın inişli çıkışlı hallerine sonuna kadar açık olan bir edebiyatçılık anlayışını mı?

14.03.2006

e-posta adresi:e.safak@zaman.com.tr

Friday, March 10, 2006

Kalbim Acıdı

*** < Umay Umay demişki: >
Kalbim Acıdı"yı Kazım Koyuncu'nun şarkısı "Gyuli Çkimi"nin üzerine. Zuğaşi Berepe'yi dinlemiştim. Sevmiştim ancak bir yakınlık duymuyordum. Bir gün yolda yürüyordum, bir çocuk bir şey söylüyordu ve 'ah' dedim ve gittim dükkânın camına yapıştım. Bir ay bu evde sadece o şarkı döndü durdu. Bence albümün tüm hikâyesi bu. Yolda yürüyorsun, bir şeye rastlıyorsun ve kalbin acıyor! Telefon açtım, hadi gel dedim ben de adama! Onunla bir şey yapmalıydım. İki müzisyen olarak çok seviştik. Müzisyen olarak güzelliği benden büyük bir adam o. Bundan sonraki projem onunla beraber. Eylül gibi devrimci şarkılar, aşk şarkılarının, kendi bestelerimizin olduğu bir albüm çalışmaya başlayacağız.

*** GYULİ ÇKİMİ
Awi şüule goulu daği daği
Dido miğun guis derdi meraği
Oüomdğulas si şekeri ma yaği
Si domövi do domxali gyuli çkimi
Ağne odas perde kogevoüidi
İzmocesti alis dologaüidi
Gomüuwxişi mgarinis yevuüidi
Si domövi do domxali gyuli çkimi
Bazi bazi gelaiûi noğaşa
Vixosarûi baba süaniş ûüobaşa
Gyuli çkimi si var ida başkaşa
Çkimire do giçkitas gyuli çkimi

*** BENİM GÜLÜM
Bundan böyle dağ dağ dolaşırım
Yüreğim çok yaralı, derdim var
Karışalım birbirimize sen şeker ben yağ
Yaktın kül ettin sen beni gülüm
Yeni odaya perde astım
Rüyamda boynuna sarılmıştım
Ağlıyordum uyandığımda
Yaktın kül ettin sen beni gülüm
Çarşıya inerdiniz bazı bazı
Babandan habersiz gözlerdim seni
Gülüm sen başkasına gitmeyesin
Bilki benimsin e gülüm

(Umay Umay ağzı bozuk aşk mektubu albümünden kalbim acıdı isimli parça)
(Lazca ve Türkçe şarkı sözünü www.lazuri.com sitesinden aldım.)

"bir gün yolda yürüyordum, bir şarkı duydum, kalbim acıdı.."


Güzel çok güzel bir şarkı.Umay umay öyle bir duygu yüklemiş ki şarkıya adama yürüdüğü yolları dar ediyor.

Çok sevdiğim büyük müzisyen Kazım Koyuncu Anısına Saygıyla..!

İki kere,

İki kere söyledim sana, ve iki kere hissetmek istedim hergunden daha fazla bir cabayla yaklastim oyle ozledim. İki kere ihtiyacim oldu sana.
Artı bir eklenmez biliyorsun degilmi bu ikiye, bu ikileme belkide.
İhtiyaç; bende eksikse senden gidermektir yokluğunu...

İki kere gel dedim.
Sen gelmedin,
Ben köreldim.

Thursday, March 09, 2006

Kalbim Acıyor


Bir şarkı dinledim kalbim acıdı,

Bir hayat yaşadım kalbim acıdı...

Thursday, March 02, 2006

Nasıl da Güzelsin Alphan'ım,


Bugün Alphan iş yerime beni ziyaret etmek için geldi. Masama oturdu çekmecelerime tıkka yaptı. Çikolataları mama diye sevdi. Giderkende ba bayyyy dedi. Yerim seni ben...

Öyle güzel seviyorumki seni,

Mutluluğun öz suyusun sen çocuğum,,!