Thursday, February 10, 2005

Meleğim Ben Geldim

Kafayı yemiş fincanlarla takla atmaya başladı ellerim. Dayanamadım ona gittim ve geldim. Uykuda seyrettim onu, ne garipliktir bu. O uyuyor, sense öksüzsün. Çılgın karafatmaların öldürücü seks çığlıkları, tahtaya her sürtünüşündeki o amansız kemirtiler, bir yanda uyuyan adam. Ne yapmalı? Soyunup koynuna girmeli ya da o müthiş uyku mutluluğundan uyandırmalı onu. Yeni yediğim tırnaklarımı yüzüne sürttüm, tırtıklı tırnaklarım uyandırdı onu. Ah o gözler. “Kimse böyle güzel bakamaz.”

Özledim de geldim ben sana. Sonuma yaklaşmak gibi. Beni seyrediyor şaşkınlıkla. Kalktım, açık cama doğru yürüdüm. Aşağıdan göz bebeklerime deyen dumanı gördüm. Ayağa kalktı. Dilek dileme mevsimi gelmiş. Birbirimizi diledik. Sarmaşığın dik duvarlara tırmanması gibi. Kesmeyin kollarımı.binlerce araba, ev, prenses ve prens arasında bizim dileğimize sıra gelmezdi. Bizim cesaretimize karşın zor olandı. Titrememe (tükenmeme) engel olamadım.

Pekmez katranı, gariplikler çıkmazı.

Evdeyim ve çay içiyorum. Keşke burda olsa, çayı çok sever. Çok zor inanıyorum ben. İnandığım insanlar da az, az insanı seviyorum ben. Bunlar bilenler, bilinenler. Ona da inanıyorum. (“Melek” olduğuna inanıyorum, her şeyi onunla aldatabileceğime inanıyorum.)

İğnenin elime batışı gibi acısız ama sızılı, özlüyorum onu. Sattığım kalbimin kalan kırıntıları üzerinde tepinen –dar pantolonlu ve pipisini nereye saklayacağını şaşıran, koca göbekli, keltoş ve pezevenk bakışlı adam(-lar)- kırıntıları kırdıklarında, kaburgamın gıdıklanışı ve duyduğum tüm küfürler beni ne gittiğim nede geldiğim olan ona yaklaştırıyor. Sen beni üzdüğünde ben melek oluyorum. O bana hep unutturdu. Çok güçlü iksirleri sayesinde hep çabuk toparlanan ben oldum. Adi bakışlı ibneler, çıkın hayatımdan diye yüzlerce defa yazdırdı. Ben sürekli dile getirdikçe anlamlar kayboldu ve unutuldu.

Elim eline yetiyor. Ellerim ellerine yetiyordu. Dar geliyor bana elleri, başına çıkmalıyım. Kral tacı gibi dimdik durmalıyım ki oda kafa uydursun bana.

Kan istiyorum. Kan her yandan akan, rüyalarımdaki gibi. Avuçlarına sığmayan ellerimin tabakasından kanlar fışkırsın istiyorum. Kan fışkırsın göz yaşıma; yazmamak için onu özlediğimi, konuşmamak için onu bilmeyen herkesle.

Kurbağa vırakları; yalnızlık çığlıklarıdır. Kurbağalar vıraklar hep yalnız olanların gölgesinde, yalnızlığın onu bırakmasını söylerde anlamaz dil bilmezler. Saniyeler geçer. Saniyenin dişiliği, kumanda eden tarafının hassaslığı, baştan çıkartan sesi; geceyi ipek örtü gibi üzerime örtüyor. Gözlerimi yumup bu sefer de ben uyuyorum.

BİZ ONUNLA DAİMA YALNIZ KALACAĞIZ.

No comments: