Thursday, January 13, 2005

Seni Ararken

seni ararken
karşıma kurbağa olarak çıkışını kutluyorum
öpesim gelmişti seni
kapının önünde öyle ıslak ıslak gördüğümde seni
prensim yapacaktım seni,
gene yanılmışım
sen zannettim geleni gene
garibim hayvanı ürküttüm,
bende ürktüm bu bekleyişten
kaçmasaydın öpecektim!
öpseydim sevecektim!
sevseydim ölecektim!
iyiki bu akşam gelmemişsin,

Sev Beni, Hadi Gel

Beni ya sevmeli ya da öldürmeli diyor şarkı ya; aynen beni de öyle. İçim fokur fokur kaynıyorken biriyle bir şeyler paylaşmak istiyorken neden o birileri hep kelek çıkıyor?

Çok mu zor beni sevmek?

Yoktur, öyle bir şey yoktur sevmek istemek lazım önce kendini, sonra beni. Bak nasıl kucak açacağım sana bir gelsen, girsen hayatıma tanımadan bilmeden beklediğim sevgili. O kadar zor olmasa gerek, heyy sittt, ben burdayım!

Yüreğim buruk birazcık bugün benim çocuk sana sesleniyorum. Nasıl da göremezsin beni, O kadar mı uzaksın bana? Ya da gelmeyeceksin de kandırıyor musun beni? İnanmam, inanmak istemem buna.

Sevmeli beni, hadi sev beni, sev.

Kendini yenilemene gerek yok, o ayakkabılarla gel muhim değil, palton eski olsun hiç önemli değil, cebinde paranda mı yok? Olsun sen gene gel. Gel bekletme beni.

Sıkıldım ben, canım acıyor, biliyorum sen bunları bilsen hemencecik geleceksin. Sen de beni arıyorsun biliyorum.

Bunları düşününce güneş içimde doğuyor.

Yağmurlar gözümde başlıyor yeri ıslatmaya

Sevmeli beni. Ezildim çok ağır bu düşünceyi taşımak,

Kucak açtım sana, hadi gel de sobele beni, sana parlamam için milenyum rengine mi boyanmam lazım, hey, hişt, nerdesin? Bu sevgiyi paylaşsana benimle cok ağır yoruldum,

Hadi yeter saklandığım gel bul beni sobele ya da elim sende kalsın,

Hadi gel, Hadi bensiz sevişme,

Yalan söylüyor annem hayal değilsin sen,

Biliyorum ben seni, geleceksin gireceksin bu odaya

Değil mi annem yalan söylüyor, geleceksin!

Hayır ağlamıyorum,

İçim biraz buruk benim,
Seni ardımda bırakamam ben biliyorsun ben bekliyorum seni,

Seni sevmem lazım. Paylaşmam lazım senle fazlamı, ağır biliyor musun? Ne olur yalan olmadığını göster bana. Kırma düşlerimin kutsal aynasını! Ne olur, kırma?


Gel, Gitme,

Sesim çınladı bugün dağlarda içimden gene seni çığırdım dağa taşa gelesin diye. Gölgem dolaştı bugün uçurumları. Atasım savurasım geldi. Ağır olanı atasım geldi. Senden benden kurtulasım geldi. Sonra durasım geldi. Her şey geldi geçti... Bir senin gelesin gelmedi,

Sıkıldım

Suya yazdığım yazıyı silemem

Annem bunu istiyor benden, sen varsın biliyorum,

Çabuk gel

Yağmurdan önce gel,

Yol senin artık, iz senin hadi gel

Beynimi akıttım sana

Nerdesin?

5 duyunun çok daha ötesinde misin?

insanlarin korktuğu anlarda mısın?

normalden saptığın yollarda mısın?

Nerdesin?

Sevmeli beni,

Kalp atışlarımı duymadağım anlardan birinde misin?

Davet etme beni delirmişliğe gelmeyeceğim çünkü oraya,

Sen beyin üretisi bir şey değilsin

Varsın, Sağsın

Gel gözlerime bak. Gel dokun bana. Korku yok!

Ben senin yokluğunun gölgesinde üşüyorum,

Sense bunu umursamıyorsun,

Bak geceler yanaklarıma değiyor,

Sen yoksun. Gel

Çay fincanının girdabında kaybediyorum kendimi, seni bulmak için, Gel

Sen öylece duruyorsun, almışsın yüreğimi eline,

Sıkıyorsun, Kan fışkırtıyorsun her yere her gece

Kan tutar beni, yapma,

Aşk tutar beni yapma gel

Hadi gel gece sen ol!

Ne olur?

Artık sussun suskunluğum

Yansımalar içinde ışık süzmesiyim ben,

Ben hep burdayım,

Ve hep burda olacağım

Sağım solum sobe,

Elim sende

Nerdesin?

Bir şeyler bekliyor seni içimde, hadi gel

Yoksa yok musun sen? Yoksa anlık çıldırışlarım mısın sen benim?

Yalan, varsın sen,

Geceyi korkularım ayakta tutuyor

Yitik düşlerim sensiz mi kalacak?

Gel,

Gün başlamadan karanlık çöktü gene üstüme,

Gel,

Sev beni, hadi

Bir yığın yabancıyla sürüklenmekten sıkıldım,

Dudaklarım sana tütsülendi,

Sana yazıldım ben. Hadi gel, Sev beni,

Tüm şehre gülümsemek istiyorum hadi gel,

Ben kendimi öldüremem hadi gel,

Bensiz sevişme hadi gel

İçim buruk bugün benim

Ne kadar küfretsem de yaşama,

Bulamasam da seni,

Umudum kaçsa da bazen benden sen gibi,

Yine de güzel bir şey yaşamak,

Ama sen gel hadi gel

Gözyaşı içinde kalmam ben,

Sun elindeki sevgiyi bana,

Al elimdeki sevgiyi benden,

Paylaş benimle seni, hadi!

Göster kendini bana
O, evet, tam o duvarın arkasından çıkıp ceeee yap bana hadi, sobe de, ya da elim sende

Paylaş kendini benimle

Hadi bensiz sevişme

Hadi gel. Sıkıldım

Sana küfrederek geçiyorum otobüs duraklarından nerdesin

Gel. Kaçma benden

Ardında bıraktığın biri olamam ben,

Gel

Bu şehir affetmez yoksa seni. Gel

Yalnızlığımın verdiği dayanılmaz acıyla kalmak istemiyorum daha fazla

Çok korkuyorum bu boşlukta,

Elimdeki aynaya bakıyorum,

Gözlerim ağlamış,

Aşk tutar beni derim sana gel

Hiçbir şey yapamıyorum sana karşı

Gel diyorum sadece

Nerdeysen, hangi taşın altındaysan, çık gel

Gel sev beni

Hiçbir şey yapamıyorum

Gözlerim ağlıyor

Kaybetmekten korktuğum sana - sahip olamadığım için

Gel! Sabah geliyor gene,

Sütçü gelecek birazdan,

Hadi sütçüyle gel,

Gel ne olur?

Sev Beni, Hadi Gel

07-10-2002 Pazartesi / 24:15

Alıntı cümleler vardır içinde ama nerden aldığımı hatırlamadığım için kaynak belirtemeyeceğim, affola.

Süslü Hediye ve Fırınla Buzdolabı Arasındaki Seçim

Vazodaki yapma çiçekler kadar canlıyım,
Her sabah bindiğin otobüs tekeri gibi dönüyor başım,
İçtiğin çay kadar sıcağım,
Her gün tokalaştığın insanlar kadar da buz gibi,
Üstüne giydiğin elbiseler gibi korurum seni,
Elm sokağındaki kabus 3 kadar benden de korkarsın,
Sırtını yasladığın duvar kadar hızlı çarpıyor kalbim,
Bil bakalım ben kimim,,,
drink,
drink,,
drink,,, bonusların bitti!
ı-ıhıh yanlış cevap,
ben noel baba değilim,
hediye olmak için gelmiştim-
süs olmak istiyordum-
hala mı soruyorsun?
ben kim miyim,,,?
(ancak bir buzdolabi susu olabilirim-)
(halbuki mikrodalga bir fırına ne kadar yakışırdım,)
Çok aptalsın,!
Asla bana sahip olamayacaksın!
Aptal bir dondurucu ne işe yarar ki?

İçim Sustu

gittiğim yerlere götüremiyorum,
yürütemiyorum
düştüğümü gördüm dün gece seyrederken seni

sustuğumu duydum dün gece dinlerken seni

gittiğimi gördüm
kuklaları buldum tavan arasına

içim sustu,

sonra gittiğini duydum

gittiğin yerlere götüremiyorum
ondan hüzün var
ondan bu kadar asiyim,,,

Programcı Severse ;)

NEW
10 REM Seni Sevdiğimi Ekrana 25 Kez Yazar
20 SAYI=0
30 SAYI=SAYI+1
40 PRINT " SENİ SEVİYORUM "
50 IF SAYI<25 THEN GOTO 30
60 PRINT "** İŞLEM TAMAM BEN AŞIĞIM **"
70 END
RUN
SENİ SEVİYORUM
SENİ SEVİYORUM
SENİ SEVİYORUM
.................................
SENİ SEVİYORUM

* Lisede ismimi 25 kez yazdıramamıştım keşke seni sevdiğimi yazsaydim ;)

Prenses miyim?

Prenses miyim?
Evet, şu an her şeye sahibim
Kuş tüyü omuzları var, yastık özletmeyen
Mis kokan nefesi, rüzgar aratmayan
Sımsıcak elleri, yorgan gibi saran
Bir de sevgisi var,
Yanına bir tuğlayla gitsen, sana saray sunan
Prensesim ben!
Yanında seni özleyen.

Ne zormuş değil mi Sevmek?

Bir kadını sevmesi demek bir erkeğin, bir kadın kadar huzursuz olması demek. Bilmiyorum, hiçbir teste tabi tutmadım. Kamuoyunda oylamaya da sunmadım, tamamen kendi izlenimlerim bunlar. Huzursuz olmalı ki; huzuru onda bulsun. Bayanlar böyle seviyor. Bir erkek için her şey daha basit ve basit olduğu için daha çok yoruluyor. Kadın kendini anlatamadığını düşünüyor, erkekse "Daha ne yapmalıyım ben bu kadına bunu anlamak için?" diyor. Evet aynen böyle. Fazlasıyla doğal olmalı iki beden birbirine, o zaman kelimeler yabancı kalmaz. Kadınlar çok diyor bu kelimeyi beni anlamadan da olsa üzüyor. Hikaye..! Kişi kendini avutur böyle. Seven insan nasıl üzer? Ve kişinin sağlık problemleri yok ise eğer nasıl anlamaz yaptığını. Kendini tanımayan, bilmeyen insan ispat yoluna gider, günümüz ilişkilerinde olduğu gibi. Yüzünde çıkan sivilcelerin bile koordinatlarını bilmez kişi. Eziktir aynaya bakamaz. Tanımaz kendini. Baktığı ayna kuaför Nurten’ dir ya da berber Kamil. O dedi, "Bu bunu dedi."dir ve bu "dedi"ler üzer, bilmezler. Şeytandır kendini öven. Bırak, ne isen o kal. Nedir bu uğraş sevi için?

Yalın ol, hiç eksiz... Eksiz sev. Özne bul bir tane bir de yüklemin olsun. Sorma yükleme, bırak dolaylı tümleci, b.li, b.siz nesneleri. Sen gizleme özneni, Sev!

Erkekse daha garip oluyor severken. Direk şartlanıyor. Ne kötü, korumalıyım onu! Elbet korumalısın ama ayı yavrusunu severken öldürürmüş unutmamak lazım. Erkek korkar gerçekse eğer sevgisi. Bir kadından daha korkaktır erkek severken, çünkü bilmez ne yapacağını kadının tam aksine.

"Gözleri beni sevdiğini söylüyor ama o inkar ediyor.", "Beni terk etti, ayrıldı benden." atraksiyonlarına da rastlanır ilişkilerde bazı bazı. Kandırma kendini! Seven nasıl inkar eder? Çıktım asfalt yoluna, taktım sepeti koluma, ben bir subay beklerken çöpçü de girdi koluma... Sen bir ilişkiye bunu mırıldanırken girersen eğer, böyle kalakalırsın işte. Fazla büyütmemek lazım gözde. Göz-ki çok derin sesler çıkarır gülerken. Sesleri görürsen eğer sen, giderken seni sevmediğini anlarsın o gözlere bakarak. Seven inkar edemez!

Hımm bir de; "Bu ilişkimiz başlayalı birinci ayımız ama o bunu unuttu!". Yapma, gözünü seveyim bu kadar basit olma, basit ol dediysek suyunu çıkart demedik. Aslında bu her şeyi planlı programlı yapmamak da demek. Düşünsene o bir insan. Bu tarihlerin ne kadar önemi var? Sor bakayım sokakta yürüyen insanlara Malazgirt Meydan Muharebesi kaç yılında oldu? Ya bir ya iki kişi bilir. Bu kadar kasma, yorma kendini. Bazen şeytan kaçıyor içime böyle laflar söyleyenleri hediye cambazı olarak görüyorum. Tıpkı Cırt Ayşe Teyze reklamı gibi. Kadın beleşe çamaşır suyu gelsin diye Ayşe Teyze'yi eve çağırıyor; "Ayşe Teyze çarşafım yırtıldı, ne yapmam lazım?". Aslında ne yapması gerektiğini kendi biliyor. E Ayşe Teyze de programlanmış; "Al bunu kullan!" diyor. Ve kadın bir çamaşır suyu sahibi oluyor. Bırak, bırak... Yalansın sen! Sev bir şey talebinde bulunmadan!

Kıskanmamak lazım birini, sevdiğini. Sevgi kıskanmakmış bak bak bak, yorma kendini bu kadar. Sevgi yormaz kimseyi. Böyledir sevginin tarifi. İntikam almakmış kıskandırmak kimi de böyle diyor. Giydiğin o buluzun inan hiçbir önemi yok. Kalbini örtme, aç gözlerini sadece sen.

İntikam almak istiyorsan eğer, ruhunu bedenden uçurmayı dene. İntikam budur! İntikam kendinden alınır! İnanma boş sözlere, bakma boş gözlere.

Bu sana son sözümdür derler. Bin bir gece masalı gibi gelir bana bu söz hep. Bu son buluşmamız, bu son kez sana seni sevdiğimi söylediğimdir. Sen nasıl neye nokta koyabilirsin? Kandırma kendini, "Onlar çıktı kerevetine..." dedirtme bize. Güldürme kendini. Neyin sonu gelmiş ki son sözünü söylüyorsun? Beyin fazlası laflar üretiyorsun! Hayali ithalat ve ihracat yapıyorsun! Neyi söylüyorsun? Sevgi son olmaz... Miladi takvimde bir başlangıcı da bulunmaz ve 0 olan, başlangıç kabul edilen İsa’nın doğuşuyla da alakası yoktur. Ondan önce de vardır sevgi. Dinozorlar da seviyordu birbirini ve soyları tükense de son olmadı, hiç birbirlerine demediler böyle. Maymunlar da öyle, sen hiç gördün mü? Böyle kavga eden maymunları? Güldürme kendini kafeste seyrettiğin maymunlara! Sadece sev! Sevgi tüketmez. Maymunları güldürme kendine!

Sevdiğini söylemek için meydanlarda bağırmana gerek yok, pencere altına inip serenat yapmana da gerek yok. Billboardlara yazdırmana da gerek yok. Parklara, bahçelere, oturduğumuz koltuklara kazımana da gerek yok. Günümüzde kroluk olarak adlandırılıyor bunlar belirli bir kesim tarafından ama hakikatten gerek yok. Sen seviyorsun diye ağacın gözü neden çıksın?

Kendine güvenmeyen insan kıskanır! Hatta şarkılar da vardır böyle; kıskanırım seni ben uçan kuştan böcekten! Yuh artık, nesin sen? Siyah bile Beyaz'ı kıskanmıyor, sen ne yapıyorsun böyle?
Yapma, bu sevgi belirtisi değildir.

"Mecnun Leyla için dağ deldi. Sen benim için ne yaptın?" deme adama, sevdi, yetmez mi? Hem Mecnun'la kıyaslama o karayollarının elemanı idi ;)). Yapma böyle sakat şeyler, ekmek hamurundan daha zekisin sen! Laçka olma, hamur olma.

Maymun olmadan sevebil ki, +’ların fazlalaşsın. Atom bile bir şeyler verirken + oluyor. Sevmekten korkma! En küçük yapı taşı bunu düşünmüş, sen düşün ve uygula. Sev! Önce Kendini!

Sizin Bilmediğiniz

Neden her güzelliğe bok,
Her kaleye taş,
Geleceğimize gülle attığımızı ben biliyorum!

Kiminde XX,
Kiminde XY,

O yok işte!
Nerde insanlık?

Poseidon Gibi O

Anonymous aka Ubermensch'e itafen;

Bir adam tanıyorum ben,
Kronos'un oğlu Poseidon vari bir şey
Bu adamı tanıyorum ben, inanın!
Hem deniz, hem ırmak bu adam,
Hem dost, hem anlar, hem dinler bu adam,
Tek farkları var,
Poseidon deniz atlarının sürdüğü arabasına binip, kasırgalar estirir
denizi alt üst ederdi,
Bu adam hangi servis sağlayıcıyı kullanıyor bilmiyorum ama neyle sörf
yapıyorsa internette, newste...
Hükmediyor kelimelere,
buraları alt üst ediyor.
Poseidon elinde 3 çatallı mızrak,
Bu adamın elinde klavye, mouse!
Poseidon'a adanmış tapınaklar varsa var,
Ben de bu şiiri adıyorum bu adama!

Aşklar

Aşklar, huzursuz yanlızlıklardı
sahnede seyrederken kendimi.

Aşklar, huzursuzluk
ben yanlızken.

Aşk, çok uzakta
ben yanı başındayken.

Bugün

Organlarımla barıştım bugün.
Bugün daha çok özendim işime.
Hırçınken sevildim bugün.
Anladım ki;
Bundan daha fazla mutlu olamam.

Yalan Yılan

Süzüle süzüle
kıvrıldı girdi kanıma,
yapma dedim
yaklaşma dedim,
dinlemedi,
zehrini içime akıtmak için bekleyemedi.

Uyandı (bir yılan olduğunu hatırladı)

öldürdü beni,

öptü ve kaçtı.

Koynumda yılan beslemişim,
seni büyütmüşüm büyük aşk.

İkimizde kendi tanrımıza birbirimizi kurban edecekken
sen erken uyanmışsın
ben erken yanmışım.

“Aile”, “Evlilik”, “Tipiklik”

Hatırlıyorum ortaokulda 50 defa defterime aile yazmıştım çünkü telaffuz sorunu yaşıyordum. Ben söyleyince acayip bir şey çıkıyordu, doğrusunu öğrendim ama kendi ailemi kuramadım. Toplumca, toplumun koyduğu normlarca birbirine bağlı birey topluluğu ve evlenmek lazım aile olmak için, yani tanımına bakınca bu çıkıyor ortaya.

Bana göre aile binom açılımının aynı senle başlıyor ve çoğalıyor işte.

Günümüzde ilişkilerde bir tipiklik almış başını gidiyor. Tipik Türk kadını; boy ortalaması 1,60, kalın bel, basen fazla, göğüs kafadan büyük, bu mudur abi? Budur! Tipik Türk erkeği; boy 1,70 , göbek önde, kıç geride, aynaya bakmaz yolda bıyık tarar, sakal ve göğüs kılları arasında boşluk olmaz, bu mudur abi? Budur!

Tipik Türk erkeği polisini yanlısıdır. Osmanlı İmparatorluğundaki gibi Haremler, Hamamlar. “Kadının belinden sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyecen.” der polisini yanlıları ama çoğu polisini yandaşlığından çıkıp uygulayıcısı olmuşlardır. Yukarı bakıp da göremediğini dinlemez, aşağı bakıp da gördüğünü dinler. Onun zevki, rahatı için yaşarsan seni her türlü yarışta geçer. Önden gider o, ancak kıç çevirmelisin, ardına almalısın her şeyi onu geçebilmek için(Editör: Cehaletimi bağışlayınız. Polisini sözcüğünü sözlükte de bulamadım ve yazarın burada ne kastettiğini gerek kendisine gerek diğer okurlara sormak istiyorum. Zira ne olduğunu anlayamadığımdan gerekli düzeltmeleri yapamamış olabilirim. Çok eşlilik anlamına gelen poligami'yi yerleştirmeyi düşündüm ancak o da tam anlamı karşılamıyordu. Bu konuda bilgilendirilirsem sevineceğim, gerek yorumlarda, gerek özel mesaj aracılığıyla.)

Bu adamın evinde patriarkal aile düzeni kuruludur. Sözlükte evde babanın otoritesinin egemenliğidir. Hayır, bu adamın önde gideninin zaferidir aslında.

Tipik Türk kadını, ihimm hassas konu. Yemek yapmayı bilir, toz alır, bir de kedi gibi sırnaşmayı. Bilmez, duvara bile sürtünsen ısıtırsın duvarı. Nerde tarihte omzunda mermileri taşıyan kadınlar? Onlar da Türk'tü! Her şeyi kabul ettirtebilirsin; çünkü işi ev hanımlığıdır, yeni yeni türeyen ev genç kızlığı gibi. Ne iş yapıyorsun? Evde tuvalet bekliyorum; nasıl ama? Bu kadar mı acizsin, silkelen kendine gel, bacak ayırmak iş değil, kedi-köpekten bir farkın var seni. Neymiş efendim çocuk annesiz büyümezmiş. Büyür efendim, kendi ayakları üstüne basmayı öğrenir. Ev kadınlığı o günde, bu günde gezip çocuğunun burnunu eteğinin tersine silmek de değil.

Tip tip tipitip, almış bir tipiklik gidiyor. Tipik Türk erkeği aldatır, boşar. Yanlış anlamayın, ben sevmem yanlış anlaşılmalara mahal vermeyi, zaten beni ya anlarsın ya da anlamazsın ya, neyse... Ev kadınlığı kötüdür demiyorum, evde ölü vakit geçiren kadınlık kötüdür diyorum. Elinde telefon, radyo programlarını aramak zor olmasa gerek.

İşte tipikliğin, sıradanlığın ahmaklığı bu ya, herif önde gideninin krallığı için tek meyvesi karın şişliği olan hatuna ve bacak arasına ömür yatırıyor. Neymiş bu; hayatı paylaşmakmış. Ahah ahaha ;)))) Nasıl gülerim ama. Soğuk mu yersin hayatını hayatım? Zeytin yağlı mı olsun? Hayatının yanına maydanoz mu olayım hayatım? Yok hayatım ben böylece kazık misali yemek istiyorum hayatımı. ;))) Evet hayatının yanına maydanoz edersen kişiyi böyle olur, sonra dayanamazsın, kadının senden başkasını görmez ve ilgi sıkar.

Hayatlarınızı ayırırsınız. Kazığın bir kısmı sende bir kısmı onda kalır. Ayrıldık ama çocuklarımın annesisin eğer evleneceksen babası çocuklarımı dışlamamalı. Eee ne yapmalı çocukları da kazığın yanına soksak? Tamam iyi birini bulurum. Sosyal bir insanı kazık eder böyle bir kadın yaaa. Kadın ne der kocasına, istediğinle fingirdiyebilirsin mi der? Kadın ağlar, işi alacağı nafaka ve çocukları olur.

Evlat sevgisi ve ana gibi analık üsttür her şeyden konuyla bahsettiğimin ilgisi yoktur.

Ayrılırlar, kadın dul ve çocuklu olur, erkek boşanmıştır. Farkı fark edin bakalım. Boşanmak bir evliliğin hukuksal olarak son olması olmuyor işte. Son olmak, alala. ;))) Sona kalmak. Don olmak. Dona kalmak.

Sevmiş de evlenmişmiş, pehh. İlerde göz altlarım kırışacak, saçlarımda kızıl değil de beyaz olacak, diri duran göğüslerim pörsüyecek. Peki sen; kamburun çıkacak, ellerin titreyecek, baston kullanacaksın ;)) Hala beni sevebilecek misin? Benim senin bu yaşlı halinle dalga geçerken senin kamburunu sırtımda taşıyıp bastonun olacağım kadar sevdiğim gibi? Ya da sen şimdi bu yaşıma mı aldandın? Eğer öyleyse kazık kapıda kullanım kılavuzu yanında, uğraştırma, bulaştırma beni, tak kullan.

1, 2, 3 tıp.

Konuşanın ağzına kazık kaçsın.

*Açıklamalar;
Aile toplumsal kurumlardan biridir. Kendilerinin gerçek yada varsayımsal olarak aynı soydan geldiklerine inanan,
aralarında toplumca belirlenmiş hak ve ödevlerle birbirine bağlanmış bireylerin oluşturdukları topluluk biçiminin
tanım karşılığı ailedir. Kadınla erkeğin bir arada yaşaması ve sorumlalıklarını sahiplenmesinin tanım karşılığı evliliktir.
Ve aile evlenerek kurulur. Evlenme biçimleri bazı ölçülere göre sınıflandırılır. Bunlardan birisi ise; Eş sayısına
göre evlenme biçimidir.
1- Tek Eşlilik; (Monogami). Bir kadının bir erkekle evlenmesidir.
2- İki Eşlilik; (Bigami). Bir erkeğin iki kadınla veya bir kadının iki erkekle evlenmesidir. Bu durum çok eşlilik
biçimidir.
3- Çok Eşlilik; (Poligami). Eşlerden herhangi birinin birden çok eşle evlenmesinin toplumca onayladığı evlenme
biçimidir.
3-a- Polisini; Bir erkeğin çok kadınla evlenmesi. Örn; Osmanlı İmparatorluğunda görülen biçim.
3-b- Poliandri; Bir kadının çok erkekle evlenmesi. Örn; Tibet, Alaska ve Hindistan' ın Kerala bölgesindeki
uygulamalar.

Kaynak; Sistem 2000 - Sayı 2 - Sosyoloji)

Düştün Gerçeğe

Rakı şişede durduğu gibi durmazsa eğer;
hatıralar o çekyatta uzanamaz.

Ben düşteyken gücümün yetmediği tüm zevkler bir şişeye sığıyorsa eğer;
gerçek olan bedenim hiç bir mutluluğu tatmamıştır.

Anımsamadan Beni Anımsasana

Tanrım; sana dua etmeyişim
inançsızlıktan değil.
Ağzım; içtiğim rakıdan daha kötü kokuyor,
korkuyorum;
düşünen bir ben'in
seni düşünmeden kırmasından.
anımsa beni.

Matematik ve Onunla İlişkimiz

Neden sevilir sayılar? Kimi de korkar rakamlardan, komik gelir bana bu korku. Sanırım korkanlar, çok duygusal insanlar. Bölmedeki bölünen yerine mi koyuyorlar kendilerini? Ya da çarpmadaki çarpım. Kendilerine bir şey olmasından korkuyorlar herhalde.

Onunla ortaokulda tanıştım. İlkokulda daha bir ezberlemeydi herşey. Çarpım tablosunu öğrenemedim öğretmenimden. Başka şeyler öğretti hayata dair. Ama erken öğretti, her neyse.

Matematik günümüzde ve öncemizde her alanda hazır askerdi, gelişim sürecimizi arttırdı. Nasıl sevmem bu kadar akıllı bir arkadaşı ben.

Matematik yemek yapmak gibi. Herkes yemek yapmayı sevmez ama yer. Bütün bilimlerin temeli o. Fizik, kimya, ekonomi hepsi bu temel üzerine inşa edildiler.

Matematik soyutla somutu bir arada sana veriyor. Sayıları göremiyorsun ama kullanıyorsun. Matematik insanların hayal dünyasını geliştirir. Bu sebeple, bir sayıyı sıfır’a ( İsa’ nın doğumu gibi matematiğin temeli olan ) böldüğünde sonuç sonsuzdur. Sonsuz ürkütücüdür ve hiçbir bilimde sonsuzluğun tanımı yoktur. İnsan görmediğinden korkar ve onun için yapılması gerekeni yapar. Tanrıya inanma ihtiyacı gibi, insanların saymaya ihtiyacı vardır. Düşünsene sayamadığını? Yerinde bile sayamıyorsun. Sıfır ne ki? Hiç. Ama bunun bulunuşu bir devrim. Düşünsene hiç neler yapmış.

Matematikçiler matematik yapar, matematik yaparken de kendi yarattıkları şeylerle uğraşırlar. Bunlar soyutlanmış şeylerdir ve matematikçinin düş gücü dışında varlıkları yoktur. Yaratıcıları, yani matematikçiler, onlara bazı özellikler bahşetmiştir. Matematikçi bu özelliklerden mantık ve matematik kurallarını kullanarak başka özellikler çıkarsar. Pür matematiğin nesneleri tam olarak algılanabilirler, çünkü yalnız onlara atfedilen özellikler ile bunlardan çıkarsanan başka özellikleri taşırlar. Eğer çıkarsama işlemi eksiksiz ve hatasız yapılmışsa çıkarsanan özellikler mutlak hakikate insan oğlunun yaklaşabileceği ölçüde yakın olacaktır. *

Matematik bir sanattır. Resim yapmak, beste yapmak gibi, inkar edilmez gerçekleri vardır. Çevrende gördüğün herkes matematikçi. Kimi yaratır, kimi uygular ama hepsi heyecan vericidir. Rakamları bilen herkes tavşan çizer.

Matematik ders programıma verilen en çekici dersti her zaman. Problemli havuzlardan bahsetmiyorum. Matematik ayrıcalıktı. Beni oturduğum sıradan ayıran, boynuzun kulağı geçtiği bir dersti.

Öğretilen bir bilimdir matematik. Kimsenin öğrendiğine benzemek istemediği kadar da karmaşık. Çünkü tarihi aç beyinlerin bilime susamışlığı yazar.

Okulda almış olduğum matematik bilgisi beni matematikçi sıfatının yanına yaklaştırmıyor. Almış olduğum rütbe sadece matematik dersini dinleyen bir öğrenci ve bu anlatılanları anlayıp dersten geçen bir öğrenci. Yani ben bu sıfatla direnebilir miyim? Hayır.

Geometri ve öğretilen kurallar. Aslında bilmen gereken birkaç gerçek var, gerisi bak, gör ve söyle! Ezbere gitmeyecek kadar uzun bir yol. Üçgenin içini de, dışını da seviyorum ben.

Çok basit hem de çok karmaşık bir olgu. Okullarımızda, üniversitelerimizde, matematiği öğretirken bunun bir sanat olduğunu unutmamak lazım. Plan defterimize köklü sayıları işledik, yazmak zor değil. Bize bunu öğretenlerin, bunun bir sanat olduğunu bilmeleri gerek.

Matematikçi matematik anlatmaktan vazgeçmeli ve bizde tahammül edilen olmaktan bu sonsuzu çıkartalım.

“ Savaşlar generallere bırakılmayacak ölçüde önemliyse, benzer nedenlerle, matematik eğitimi de matematikçilere bırakılmayacak ölçüde önemlidir. “

Sıyrık

İskemlenin çivisini

Anlına çaktım da astım seni duvarıma.



Beni sırtımdan vurduğunu göremedim

Bilmeden sevdim seni.



Gözlerini mora,

Dudaklarını kırmızıya boyadım.

Kaşını gözüne,

Gözünü dişine soktum.

Dağıttım ulan façanı!



Sorduğum sorulara, vermediğin her cevapta;

Çil yaptım yüzüne, matkapla

Kulaklarına küpe taktım, her birinde on nasihat.



Dedim sana; tanımıyorsun beni,

Karışamazsın bana,

Uymam kurallarına,

Yönetemezsin beni,

İsmim gibiyim ben, dedim sana.



Git başımdan.

Git başımdan.



Bilemedin; Atilla İlhan’ın Aysel’i sandın kendini,

Ahmak!



Dibini başına, başını dibine sokup da,

Elimde top yaptığım, sıyrık yaşam sireni,

Burada senin trenine binecek yolcu yok!

Öğrencilik

Metrodan indim, hemen kalkmakta olan dolmuşa bindim. Oturdum, eve gelmeme birkaç durak kala, bir ses; "İki öğrenci alır mısın kaptan?" Ses ve söz ilgimi çekti, döndüm arkama baktım, sağ kulağımın yanından eliyle ve 500 bin lirasıyla, ojeli tırnaklarıyla duran genç kıza, deyimiyle öğrenciye. Çok şaşırdım, çok.

Danza'dan (disko) çıkmışlardı sanki, okuldan değil de. Göz altlarında beyaz kapatıcı ve yüzünde çıkan ergenlik sivilcelerini kapatsın diye sürülmüş Malcom X'deki gibi siyahların siyah değil "Biz beyaz zencileriz!" nidalarıyla bu hatunlar da "Biz beyaz değiliz, bronzuz, evet bronzuz!" diyen fondöteni, kirpikleri aynen Otomatik Alex misali, gömlek düğmeleri çantasına dikilmiş, çanta tek omuzda, kravat açık ve göğüs boşluğu gözüküyor, etek boyu mini bar misali, o çirkin bacaklarını göstermek için iyice kısaltılmış ama bilmiyor kasapta da et var, vitrinde mor ışık altında daha bir canlı gözüküyorlar. Nedendir bu "Açayım!"lar, bilinmez. Sırtında özellikle eskitilmiş bir hırka... Hilkat garibesi misali, bana acıyın der gibi bakan bir hırka... Yanındaki arkadaşı tam aksi, dağınık saç değil de toplu, örgülü, defterler elde, üstünde Brad Pitt'in üstsüz resimleri (derste fantezi yapmak için), omzunda ciks bir Vakko çanta, iki kalemin zor sığacağı, etek boyu "olmasa da olur"lar listesinde 1 numara, ayaklarında yeşil bağcıklı bot değil de, kıçının geriden gelmesine izin verecek derecede, kalem üstü yürüyüş topuğu dediğim pezevenk burunlu çizmeler. İnmeliyim! Yeter bu işkence, bunlar bana Cengiz Kurtoğlu'nu dinleterek eziyet eden minibüs şoförünü kandırıyorlar. İki öğrenci! Şoförse pek bir alışık, bunlardan çoğalmaya başlamış belli, bir yandan bu eziyetin intikamını yalancı öğrencilerin alması hoşuma gidiyor. Ama bu öğrencilerin kendilerini kandırmasını garipsiyorum.

Ya ben de öğrenci oldum, bir okula gittim. Çantalarımız vardı iki omuz takardık onları (ki ben hala öyle takıyorum) defterlerimiz pek bir özeldi, jelatinler geçirirdik üstlerine. Tamam artist özentilerimiz vardı ama üstlerinde gömlekleri vardı, fantezi de yapılmıyordu! Ceket giyerdik biz, üzerinde okul armamız olan. Gömleklerimiz beyazdı ve kimse göğüs aramızı göremezdi. Kravat takardık gömleği birleştiren, o en üst düğmeyi bile aralamak için izin alınırdı öğretmenlerimizden. Evet abartılı belki; ama öyleydi. Eteklerimiz diz altı, giyilen muz çoraplarımız vardı. Altında kolej ayakkabısı dediğimiz düz sade siyah ayakkabılar. Ne bileyim bir örnektik, bu bir örneklik sıkardı; ama gittiğimiz yer okuldu, bunu gerektiriyordu. Ara sıra gözümüze sürdüğümüz şeffaf rimeldi kaçamağımız, ya da saçımıza taktığımız renkli toka, bazen bileğimizde künye ;)) Saklardık, akşam gezmeye giden yapardı bunları. Okula gidiyorduk biz. Kurşun kalem kullanana gülmüyordu kimse, 2B tombo uçlu kalem kullanana da. Bir kısmımız silgimizi boynumuza asardık (ben hala asıyorum) defterlerimizde tükenmez kalemi öğretmen kullanırdı ödevlerimizi kontrol ederken. Böyleydi, güzeldi. Çok güzeldi şimdiden o günler.

Ne bileyim, 21 yaşında yaşlandım mı? Acaba? Yok yok benim yaşım iyi, sebebi kendimi hala öğrenci görmem, evet öğrenecek çok şeyim var. O yüzden silgim boynumda, okula okumaya, öğrenmeye geldim ben. Bir noktada paylaşmaya. Danza’ya gelmedim ben!...

Hiç Böyle Sevilmemişler

Nasıl da acı değil mi? Beni de kimse sevmezdi önceleri, hep sevileyim isterdim. Fallar baktırırdım yürek çıkardı fallarımda kabar kabar, yolumu bekleyen biri çıkardı. Kimsenin beni böyle sevmediği günlerde, ne kadar da zayıftım.

Ağlardım bazı geceler, ıslatacak bir yastığım bile yoktu, sevmem yastıkla uyumayı. Hıçkıramazdım korkardım kardeşlerimi uyandırmaktan, tavana yapıştırdığım ışıklı plastik yıldızlarım vardı yüzümü aydınlatan. İsterdim sevsin biri beni, çok ağırdı çünkü o yükün tamamını taşımak. Kimse anlamazdı beni.

Şimdi neler gelişti acaba? Kimsenin gözlerine beni sevsin diye ağlamaklı bakmadım. Aynaya baktım dedim kendime hep; "Salla gitsin, gittiyse kendi biletini kesti gitti, ağlama!" dedim kendime; sus sus, dedim içimde kopan bir şeye. En çok da küfür ettim, o zaman sustu ;) Büyüyordum ben, büyürken de her şey yarım kalıyordu. Nedense terk edildiğimde saçlarımı kazıtmak istedim hep. Ya kendim yolacaktım ya dökülecekti ya da kazıtacaktım. Ne de güzel olurdu be ;) Benimkiler genelde döküldüler. Kuruttunuz beni ulan!

Her şey çok hızlı gelişiyordu, saç rengim gelişmiyordu bir tek. I love X. Hep x’ ler gelişiyordu. Ne kadarmış görüyor musun önceden seviyorum demek. Ota boka aşık oluyordum, aşık olamadığıma bulaşıyordum. Hayalimde kurduğum sevgiyi yakalayabilmek için denek fareler peşindeymişim ama kendime yalan diyormuşum. Senaryo başından beri belli, kendi kurduklarım yaşanacak. Hiçbir şeyin önemi yokmuş ne acı? Şimdi ise daha başka her şey, seviyorum diyebilmek çok zor ve rüzgarın emrine tabiyim. Hayallerim elbet var, ama beni onlar yönetemiyor. Herkes sevilemiyor, herkes arkadaşın da olamıyor, herkese sır da verilemiyor. Polyanna'yı öldürdüm ben, evet, hem boğdum, hem kestim. Hayatımın içine etmesine daha nasıl seyirci kalabilirdim bu salak karının? Vurdum onu.

Hayal kırıklıklarım olurdu, hala oluyor. Önceden etkilenmezdim ama şimdi sevmek zor olduğu için hayal kırıklıkları mahvediyor. Eti Petito'ya saldırıyorum.

Söz verdim ben kendime kimse beni üzemez diye, meğersem önceden üzüldüklerim üzüntü değilmiş. Kullanmasını bilmediğim bir silah beni vurmazmış. Kullanmasını öğrettim kendime, ne zaman elime alsam, dilime alsam hayal kırıklığı. Bu ayna tutuyor bana. Yapamam ki böyle, petito istiyorum ben. Yazmazsam, söylemezsem çatlarım ben. Seviyorum ya ben yoruluyorum da sevdiğim kadar(bazen). Ulan acaba polyanna ben miyim? Vurun ulan beni! Ben kimi öldürdüm de geldim? Yok yok şaka yapıyorum kendime gene.

Yaaa, benim girdiğim sokaklara giremiyor kimse, neden ya? Acaba olduğum gibi mi kabul edilmek istenmiyorum? Yoo, sevgiliden yana bir sıkıntım yok. Olsa zaten buldun bunuyon olur. Ama ne eksik peki? Doymuyom be!

Yok yok her şey tamam,

"Aşk imiş her ne var alemde-Fuzuli"

İlk kez sevmiştim ben böyle, ondan sebep bu korkum,

Evet ben kimseyi böyle sevmedim,

Ve,

Kimse benim sevildiğim gibi sevilmedi,

Mevsimler umurumda değil, saç rengim bile umurumda değil, göbek ağrımı da umursamıyorum, başım dönüyor bazen, kan kaybediyorum bazen, bir öpücük yetiyor her şeye.

Fazla bir şey istemiyorum ben,

Seviyorum diyebilmek,

Yitirdiklerimin inadına hala bir çocuk edasıyla tur atmak, bir tur versene diyenlere sert çıkmak, bazı bazı sövmek, sevmek, sevildiğini bilmek, ilk defa bu son demeden yola çıkmış olmanın verdiği haz(çünkü bu ilk), her şey çok güzel, ben de güzelim zaten, sen de güzelsin zaten, daha ne isteyeyim be(himm, kırmızı fistan istiyorum özel istek ;))) ?

Ezmeyin Bizi, Aşığız Biz

Yolculuklarımdan biri gene, gene ardından baka baka gidiyorum. Bu son olsun diyorum her seferinde.

Tüm gün İstanbul'u talan ettikten sonra yedi arabasına yetiştirildim. Otobüs önünde öpüyorum onu ve bu bana çok zevk veriyor.

Muavin: Hadi abla kalkıyoruz.

Yol ortası ve geçen diğer otobüsler; ezmeyin bizi, aşığız biz!

Biz; öpüyoruz, kokluyoruz.

Aşk; bazen ayakkabı bağcığın gibi, bazen ayağınla ezdiğin, bazen de parmak uçlarından seni tavana vurduran leziz bir şey. Bazen atarsın kendini zindana, elinde bir tek ayakkabı bağcığın. Zindandan çıkışın sonu yoktur. Aşkını aşkınla boğazlarsın da kurtulamazsın bağcığın idamından.

Bazen görmezsin ayağının altında, bok detektörlüğü yaparsın, tırr-bipp misali ;)

Bazen de bir söz, bir dokunuş, mis kokan öpücükler. Evrendeki tüm karıncalar ayak parmaklarından girer de seni tavana ulaştırır.

İşte ben bu karıncaları seviyorum. Bu adamı da.

Onun için ezmeyin bizi, aşığız biz!

Emeklemeye sıcacık avucunun içinde başladığım sevgili; şimdi kanatlarının sıcağında uçuyorum.

Ezmeyin bizi, aşığız biz!

Güzel

Zaman artık yaşamı telafi etmek için,
Gittiğim yollarda yok oluş bekliyor,
Elinde kimsenin vermediği papatyalarla.

Acıya son vermek için,
Bir tutam tuz ve en sevdiğim baharatlar gelmişler.

Ve güzel hep baktığım yerde.

Uyanış

Diyordum ki dün; gideceğim.

Diyorum ki şimdi; gidiyorum.
Bitip gidiyorum
Ve
Doğup geleceğim.

Geldim.
Kısma gözlerini,

Söyleyeceklerimi görmelisin.
Ağzım nasılda hızlı hareket ediyor.

Oyun oynadığım düşlerimin asıl olanı benim.

Kısma gözlerini.
İntikamı kendimden aldım ben.
Bu güzel günde uyanarak.

Kısma gözlerini, baharımın kışı.

Ebda bir Ada (ile) E.M.

As Asıl Asılsız

Bunu kaybetmedim,
Bundan kurtuldum

Asıl olan,
As olan benim.

Yandım

Ne kadar efsunlusun ey yar
Bu gönül sana yetişemiyor
Bu gönül efgarlandı.

Bu gönlün etrafını efailer sardı.

Titriyor kaderim.
Eknün gözlerime bak.
Ben senim.

Bağlar

Yoksun oldukların, hiç senin olmayanlardır aslında.
Ve en çok kalabalıkta yalnız kalmıştır insan.
Çünkü;
İnsan kendine öz biridir.

DNA larımızın bizlerden başka taşıyıcısı yoksa eğer.
Bizler yalnızlıktan çürümüş insanlarız.

Öyle

Öyle sevdim, öyle istedim.
Buz kesti tutup çekmek istedim.

Kim kaçtı,
Kim kaçırdı.

Kovaladık
Kovalandık.

Öyle sevdim, öyle istedim.
Öyle sözler diledim,
Yollarda dilendim.

Senin için ölürüm dedim, sevgimden.
Kaçmak; beni kovalamaktı.

Yağmur yağdı,
Teki yaşlı – teki gülüşte o geldi.

Azrail yanı başımdaydı.

İki Ölüm

Ben mi öleyim şimdi,?
Yürü git işine.
Ben yazmadıkça yazamadıklarımı,
Asıl sen ölüyorsun, ben oluyorsun.

İyi tamam, ben öleyim artık.

Küf Kokan

Anne kelimelerin küf kokuyor.

Telefon rehberimden silip konuşmadığım insanlardan farklısın. 23 sene önce bir aralık ayında doğurmuşsun beni. Tüm garipliklerine bin bir şans katmış doğumum. Abimin öldüğü mevsimde ben gelip kıvrılmışım kollarına. Dört kızın ikincisi ya da 2 numara ;)) Neden bilmem ama sıkışıp kalmışım çoğu kere. Sesim kulaklarını tırmalasa da, en çok ben zahmet vermişim sana, en çok benim hastalıklarımla uğraşmışsın ve çok deli bir çocukmuşum, pehh kim akıllı ki?

Annem eve gelen konuklara çocukluğumu anlattığında insanlar pek büyümediğimi düşünmekte haklılar. Sıkışıp kalmış dişlerim bu sebeple bir boy ve hizada, sıkışıp kalmış planlarım, hayallerim. Dişilikle – erkeklik arasında, çocuksulukla – hanım hanımcıklık arasında.

Tüm tepkilerime alışığım. Alışkanlıklardan ne kadar nefret etsem de, zamanla alışıyorsun kendine. Cüssen büyümese de ruhun büyüyor. Ruhunu kalıplara sokamasalar da, standart hale getiremeseler de senin de artık standartların ve kuralların oluyor. Çünkü; herkes birbirini gözetliyor.

Dün kabul ettiğin normlar bugün alışılagelmişler olabiliyor. Ya da dünün aykırı normlarını elinde kırbaçlayabilirsin. Bu şimdi bunu yaşayamayacağın anlamına gelmez. Örneğin çok yakışıklı olması, o çocuğun, aptal olmasını engelleyemiyor ;)) Mesele bundan ibaret.

Ya da şöyle; dün aile fertlerini daha çok düşünüyordun şimdi ise onlardan kurtulmayı ;)
Peki niye bu iniş çıkışlar?
Neden bu “ben sarhoş değilim” naralarıyla, düşe düşe dengede durma sevdası?

Dün eteklerin kısa gelmiyordu, bugünse büyüyorsun. Ruhun kalıplar yaratıyor dar çerçeveleri bilmem kaça bölerek. Yani dün reddettiğin kurallar bugün alışılmışın oluyor.

Dün iyi anlaştığın annen, bugün sinirlerini bozabiliyorsa, bırak... Biraz daha dün girsin araya, kurallarınıza alışmanız için.

Aykırılık; “reddetmek” demek değildir.

Aykırılık; “reddedilebiliri” açıklayabilmektir.

“En iyisi gizlemek deliliği
Zordur ama gevşeyince kadehlerden sonra.”
(Herakleitos)


Yani aykırılık, sıkıştırılan kurallara beynin en aptal kısmıyla yaklaşıp “Niye,?” demektir. Yani savaşmaktır. Korkma, bu kralları bir tek sen çıplak görmüyorsun ;))

“Savaşta ölen ruhlar,
Çok daha temizdir
Salgında ölenlerden.”
(Herakleitos)

Bugün de bir dün aslında. Bugünün kötüsü yarın iyi olacak. Ve yaşayanlar ölecek.

İşte; iyi de iyi iyide kötü
kötü de iyi kötüde kötü Aynı

Önemli olan kabul etmeden sormaktır tüm hiçlere. Savaşmaktır elinde kalemle. Sen savaşmazsan kim öğrenebilir?

Yücelik binlerce yıldır karıştırılıyor pisliklerle. Bu sebeple ifadeler ve zıtları birbirine karışacaktır. Yücelik ise ayrılacak ve asla çobanın ardına takılmayacak. İfadeleri çevreleyen şekilleri bizler çiziyorsak eğer, bekleme uğur böceğini.

Wednesday, January 12, 2005

Yalnızlığım Dediğim Kendime

Şimdi nerdesiniz bakalım,
Yalnızlığımın süslü kokoşları
Yaşlanınız artık
Ne tuhaf
Aramıyorsunuzda artık beni
Unutmuş gibiyim sizi kokoşlar.
Hakikaten sizde kimdiniz?
Odunmusunuz?
Sıkıldım kendimden,
Sizi bile özledim kokoşlar.
Sabah olmadan gelseniz diyorum.
Sizi sıkmanın vakti gelmiş ve 22 geçmiş.
30,09,02 Pzts 00;22

Şebek

Seni kuyruklu şebek,
Seni sevdiğimimi sandın.

Sandıysan yanıldın.
Ben 3210' umu yeni şarj ettim ondan böyle oldu.

Şarj bitti - Sen bittin

Güle güle...

Sıradaki;

Fişini tak.!

Sen

Pusuydu gözlerinin,
ruhuma düşen ilk cemresi [baharın]

Tüm ışıltısıyla haber veren o sesti,
çağırışların [dudakların]

Caddelerdi beni bekleyen,
mevsimler gibi [kolların]

Gibi gibi, düşe düşe buldum yolu [sen]

Elevva' ya

Bu gece,
Yıldızdakilerde bizi seyretti
Bizi dinledi.

Biliyor musun?
Bizde onlara parlıyoruz.
Tıpkı onların bizlere parlayıp söndükleri gibi.

Oyun oynadık seninle, sizde.
Yıldızları paylaştık seninle, avuç avuç.
Benim payıma hep sönük yıldızlar ve yıldızdakiler düşüyordu.
Neden böyle dedim;
Mutlu günlerimin bittiğini söyledin.
Ağla dedin bana.
Gökyüzünde yerimimi hazırlıyorsun bana?
Katilim misin sen benim?

Susmalıyım galiba.
Ama sende sus!
Hadi uyu şimdi,
Nankörlük etmem ben sana.

Eskisinden daha güzel geleceğim.
Uyuyacağız, uyanacağız.
Uyuyacağız, uyanacağız. Sabah olacak.

Ben geleceğim.
Nankörlük etmem ben sana.

29,09,02 Pzr 23;46

Seni Severim

Kutsanmış dudakların;
Usul usul coğrafyamı keşfederken,
En güzel melodiler içimde çığırıyor.

Bedenin üstüme uzanmış; hırçın, asi ve sevecen.

Ben içine doğru kayıp giderken,
Bir daha doğarken; Gün ışıldar.

Ben sana yatar,
sana uyanır,

Seni severim.

Manita

Gelemem bekleme
Sevgilim bekleme
Kaybolup gidiyorum bu sehirde,
Yanlız kaldım yüreğimle
Dondu kaldı adımlarım
Sen yoksun
Sen yoksun,
Sen yoksun yanımda
Seni özlüyorum...

Şans

Büyük bir kumarmışsın

Derdin ya;
Söylenen sözler kumardır, diye,

Şimdi ezil
Sözlerin altında.

Sen kaybettin gene

Ve,

Gene ben kazandım.

Konuşamıyorum

Sen susardın, konuşurdum ben.

Bakardın, konuşamazdın.

Susuyorum, konuşamıyorum.

Zormuş susmak,

Sevmek.

Her zaman daha kolaydı yazmak.

Konuşamıyorum.

Açım Aç

Mecburum yaşamaya, kollarında.

Aç ve susuzsam teninde günaydınlara.

Söz veriyorum;

Karnımı doyurmamaya.

22

Minik bir kadındım,
karşısında.

Öyle büyüdüm ki;

Minik bir adam,
sevdiğimi fark ettim.
,
(192-170=22)

“Sevgim; korkuluktur, korkutur.”

Cennet - Cehennem

Gidişin soğuk,

Gel.

Bu yatak bana haram,

Gitme.

Bütün alevleri ben yuttum,

Sarıl.