Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği,
kuyunun
birine
düşmüş.
Niye düşer, nasıl düşer sormayın.
Eşek bu. Düşmüş işte.
Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki,
üzerine
de
toprak
dökülmüştü.
Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek
isteyen
eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm.
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi
dilinde.
Ayıptır
söylemesi, anırdı yani.
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.
Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor.
Üstelik yaralanmış.
Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden
adamcağız
köylüleri yardıma çağırdı.
Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı.
Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.
Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak
attılar.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde
silkinerek
dibe
döktü.
Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha
yükseldi
ve
sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu.
Köylüler ağzı açık bakakaldı.
(Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır.
(Ne bazeni, çoğu zaman.)
Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.
Bunlarla başetmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp
silkinmek
ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.
Kör kuyuda olsak bile )
--- Yani her ustune sıçan düşmanın değildir, her seni seven de dostun değil,,,, ---
*Bu yazı maille gelen bir yazıdır, kim yazmış bilmiyorum ama çok güzel*
Tuesday, October 25, 2005
Thursday, October 13, 2005
İlla,
Acımadan kırdığım aynalar,
Bir bir gösterdi gerçeği
Dik Yokuşlarına tırmandığım yolda,
İlla seni sevmişim.
13,10,05 / 01;25
Bir bir gösterdi gerçeği
Dik Yokuşlarına tırmandığım yolda,
İlla seni sevmişim.
13,10,05 / 01;25
Tuesday, October 11, 2005
Atilla İLHAN Anısına Saygıyla,,!
Paylaşmak istedim en sevdiğim bu benim,,
"sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık .Sana taptık ulan ,unuttun mu ,
sana taptık"
İstanbul Ağrısı
Kanatları parça parça bu Ağustos geceleri
yıldızlar kaynarken
Şangır sungur ayaklarımın dibine dökülen sen
Eğer yine İstanbul'san
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
Pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Tel Aviv şarkıları
mavi asfaltlara çökmüş diz bağlıyor
Eğer sen yine İstanbul'san
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp ağlayan
Sen eğer yine İstanbul'san
aldanmıyorsam
yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine senin emrindeyim
Utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yani şu bildiğim Atilla İlhan'ı
zehirleyebilirim
Sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
İmtihan çığlıkları yükseliyor Üniversite'den
Tophane İskelesi'nde dizel kamyonları sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
uykusuz dalgalanıyor
ulan İstanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki İstanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin
Eğer sen yine İstanbul'san
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilya'lı balıkçılara,Marsilya'lı dok isçilerine
satır satır okumak istediğim
sen
eğer yine İstanbul'san
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
Ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
Ölsem,yalnız kalsam,cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda,çarpılsam
hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbul'san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
göz bebeklerimde gezegenler gibi donen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
Kaç kere yazdım kimbilir
Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül'ünde birader,Mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
Sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık
Atilla İLHAN
"sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık .Sana taptık ulan ,unuttun mu ,
sana taptık"
İstanbul Ağrısı
Kanatları parça parça bu Ağustos geceleri
yıldızlar kaynarken
Şangır sungur ayaklarımın dibine dökülen sen
Eğer yine İstanbul'san
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
Pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Tel Aviv şarkıları
mavi asfaltlara çökmüş diz bağlıyor
Eğer sen yine İstanbul'san
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp ağlayan
Sen eğer yine İstanbul'san
aldanmıyorsam
yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine senin emrindeyim
Utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yani şu bildiğim Atilla İlhan'ı
zehirleyebilirim
Sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
İmtihan çığlıkları yükseliyor Üniversite'den
Tophane İskelesi'nde dizel kamyonları sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
uykusuz dalgalanıyor
ulan İstanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki İstanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin
Eğer sen yine İstanbul'san
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilya'lı balıkçılara,Marsilya'lı dok isçilerine
satır satır okumak istediğim
sen
eğer yine İstanbul'san
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
Ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
Ölsem,yalnız kalsam,cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda,çarpılsam
hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbul'san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
göz bebeklerimde gezegenler gibi donen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
Kaç kere yazdım kimbilir
Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül'ünde birader,Mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
Sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık
Atilla İLHAN
Subscribe to:
Posts (Atom)