Sunday, February 27, 2005

Limon

Limon;

Ayrılık, gözyaşı

Bütün ayrılıkların sebebi; bütünün parçalanması evrensel kümeyi oluşturan A ve B kümelerinin kesiştiği noktaların birleştiği noktalardan fazla olması veyahut A da az eleman kalması B yi eşleyememesi

Beni terk ettiklerinde ağlamadım, sen gidersen gene ağlamam ki.

Soğan doğrarken bıçağın ucuna takıyorum limonu gözümü yaşartmasın diye, sen giderken de diline bulaştırıyorum bendeki bu ekşi tadı. Hohladıkca yüzüme gözüm sulanmıyor; ama altıma işiyorum. Bir an korkuyorum çünkü ben atmacanın da nasıl uçtuğunu bilirım, ürkek bir kuşun da...

Beni hep terk ettiler, yönetmenin çıkma teklifini kabul etsem rolümü değiştirir ama yapmam ben!

Beni terk etmek kolay hem de çok, dur demem ki-gidersin, geri gelemessin ki- başına vurur limonsuzluk. Biri karşına geçer yer, ağzının suyu akar, isteyemessin ki... O mayhoşluğu özlersin, limon olmak güzel. Tatlıya da sulanır, ağzına da sulanır, tuzuluya da sulanır. Bulaşıktır limon, her gören
etkilenir limondan, damakları birbirine yapıştırır limon, bir kere bulaştı mı diline limon kurtaramassın kendini. Tatlı tad vermez, acı bile canını acıtmaz limon kadar.

Ben de terk ediyorum kendimi bazen, suyumu ben içiyorum, beni 4'e bölüşünü seyrediyorum, posamı-kabuğumu sıkışını seyrediyorum, bilmiyorsun galiba ben istemedikçe suyumu çıkartamassın benim!

Bu bir meydan okuma! Kabuklarımı keke doğradım da geldim, zırhımdan kurtuldum da geldim, 4 parça geldim, çekirdeklerimi boşadım geldim, suyum içimde, üryan geldim.

Sana geldim, ağlatamassın ki beni; benim gözyaşlarım ekşi, sitrik asidim ben duman ederim adamı, bakma elinde tek başıma durduğuma, üzersen beni ailem (sedefotugiller) akdenizden sıkıştırır, karadenizden sıkıştırır, Çin'de bile akrabalarım var benim ne sanıyorsun sen? Üzme beni yoksa kışın dökemediğim yapraklarımı dökersin.

Saturday, February 26, 2005

El

Sinsi avuçlarımdan uzanan çatal parmaklarım,
Parmaklarımdaki kör tırnaklarım
Hiç bu kadar üşümemişti.
Bilseydim avuç içinin böyle sıcak olduğunu,
Senden önce tutardım ellerini.

Söyleyeceklerim var, Söyleyemiyorum

Önce tanımlarını unuttum adımlarımın. Bıraksalardı eğer en ufak delikten geçebilirdim oysa.

Üstüme titreyen tüm sevgili elleri bir bir uzaklaştılar, halbuki yanımdayken yalnız bıraksalardı beni, neşeli dünyamda hoplar sıçrardım sincaplar gibi. Üzülmemi istemeyen tüm sevgililer terk etti beni. Saflık sundum onlara, yalandan uzaktı dilimin klavyesinden dökülen kelimeler.

Gittiler, hepsi gitti.

Dur-Gitme.


Sizin dünyanız benim basitliğimden öç alıyor sanki. Ey gözümün nuru olan sevgililer, beni daha fazla söndürmeyin. Soluk alıp veren bedenim, etten organlarım, avuç içi sıcaklığım, memelerimden damlayan süt, kölesi olduğum canım, beynim bunlar benim, başka yok ki bambaşka geliyorum size. Ben çok ufağım, bu sebeple acılarım sizden daha az ve yoğun.

Daha yeni bir caninin ellerinden kurtardım diş izi kalmamış bedenimi. Cevizin özünü kabuğunda sanma.

Yeter-Gelme.


Bu nasıl zalim yaraymış,
Aman annem benim senden ayırdılar,
Beni yardan ayırdılar.
Aman annem beni yardan ayırdılar,
Ben öleyim.


Diye söylüyor kabuğuna beyin dediğim bir bölüm. Hasarsızlık indiriminden yararlanmış gibi görünebilir, kişiselleşmiş kanayan yaram size. Canım acıyor, yosma yosun ellerimden tutma!

Pencere kenarında, sigaramı sarıyorum. Bu tütünü seviyorum, ah birde becerebilsem kağıdımı tükürüklemeyi. Kalbim dünyanın neresinde? Doğu?, Batı? Kalbim neredeyse pek bir göz önünde, bütün acemi nişancılar beni hedefliyor. Canım yanıyor, Kalbim öl.!

Ayna karşısında incelediğim dipsiz düşüncelerim, bir ıslıkla son bulmasa. Sulu gözlerim yarım yamalak aydınlanmasa keşke gecenin bu yatağa hasret olduğu saatlerde. Bu sırrı kime diyem, ne diyem? Her şey bana dar geliyor. Galiba çeke geldi, çeke gidecek bu gönül bu sırrı. Nefsimi kurtar onun elinden. Yardım et bana Birisi! Yalnızlığım gene bir kız doğurdu, gecenin bu sessizliğine tükürsün diye. Acımasız ellerin gazabından mezbeleye dönmüş bedenimi kurtarmaya gidiyorum. İşte gidiyorum.

Meydanlarda bekliyor beni. Mideme yumruklar yiyorum, bağırsaklarım oynaşıyor yumruklarla, benim bedenim acırken benim bedenim zevk veriyor el işi – puşt gözü müsvette insana.

Köşelerde bekliyor beni. Müktesep bir inançla hayatıma edatlık yapacağını sanıyor ebediyete kadar.

Gene gurbet yerin kapı önündeyim. Alelusûl eve doğru ilerledim, kapı açık. Kızım, kızım süt ister.
Artık tarih yok, saat yok, din yok. Peygamberler nerede? Nerede dostlar? Aile? Ben bu sırrı kime diyem? Ömrümün en diri anında meydan dayağı yerken nerde? Nerdesiniz? Mıhladılar beni annem, zor geliyor. Mıhladılar kollarımdan, gözlerimden, avuç içi ellerimden.

Mevlâ’m kulunun narına yanarım. Gençliğim gidiyor bedenden, beyinden.

Parçalayın ellerimi, dolayın her bir parmağıma çatal. Çatal çatal olmuş saçlarımı da kazıyın artık. Aklımın bekaretinin kanı akmaz sen bana dokundukça. Makas sesleri, etlerim çiğ çiğ kesiliyor, hangi yaban hayvanın tasını dolduracağım acaba. Bir kadeh daha içer misin?

Avuç içi ellerim, çatal çatal
Düşlerim tüm düştüklerim
Beynim kürtajına izin vermediğim kızım.
Ben tanrının yarattığı ben.
Ben insanın yaptığı ben.
Ve ben, bu sırrı kime diyem, ne diyem.


Suyu yakıp ateşi söndüren morun kızıla vurduğu alevlerin tırmandığı merdivenlerden indim. Ben kırmızı leke. Evrenimi yakıyorlar Birisi! yardım et bana.

Leş kargaları burada. Cesetleri budamamı bekliyorlar. İnsan sesi gibi hışırtıyla turuncu üzüm salkımlarının ikiye ayırdığım cesetler üstüne uzaması, güneşte bir ay yanımda bir karga. Düşüncelerimi okuyamazsın, nede ölülerinkini.

Adlandırdım belki kısmi olanını. Çamura saplanan rüzgarların bir gün duru göklere ulaşacağını, güneşteki ayın çekileceğini, kirlenmişi temizleyeceğini.

Anımsadım kısmî olanını. Benim anlattığım öykünün mürekkebi kalbime batarmış. Dilimle temizlediğim kalemlerim ondan tat verirmiş sus bilmeyen dilime. Bu sebeple hamile kalırmış beynim. İç kaleme ulaşamamış hiçbir yiğit, saydamlığına çeper yaptığım derim korumuş ruhumu.

Bu evrende ölüm yaşar. Yıkıntılar arasında duvarsız kaldık, güneşe ayı çıkaran benim. Bunlar benim zamanımın masalları.

Çapkın bakışlar, kem gözler uzak durun benden uzak. Bedenimin dar geldiği düşüncelerim. İsyan oluyor otobüslerin durup da yolcu almadığı duraklarda. Kem gözler kemâle erdi, ben yastayım. Çapkın bakışlar artık uzak, ben hücremdeyim. Kabuk içinde kabuğum, insanım. Hala düşünüyorum. Özgürlüğüm engellenemez. Bir yaşam doğuruyorum. Dünden güçlü bir yaşam, Daha çok soru soran, “tüm” için yaşamayan, çobanın ardına takılan koyun sürüsüne takılmayan. Ben aykırı kurbağaları sevip öptükçe, sistem ayna parlaklığında parlayamayacak yarını bugünde gördüğüm gözlere.

Tapınak da yaşıyorum. Dipsiz kuyu, ölmüş ölmemişler ve hep o hasret şarkısını söyleyenler gelin tellerimden yaptığım köprülerden geçmek zorundalar.

Aşkın envaî çeşit renklerinin bulunduğu köyler biliyorum bu evrende. İyi olan siyah ile kötü olan beyaz'ın çocukları tüm renkler. Renkler siyah ile beyaz lekenin çocukları. Leke iz bırakır tüm yaşama. Ve yaşayan tümler hep bir hiç için leke taşırlar.

Ben iyinin yaptığı ben. Ben kötünün yaptığı ben. Aşk bu lekenin en güzel çocuğu. Aşk kırmızı benim evrenimde. Aşkta iyi leke yoğunsa mora boyar düşünceyi, takip etmen gereken gölgeler belirmez. Aşkta kötü leke yoğunsa pembeye boyar düşünceyi takip etmen gereken gölgeler belirir, beyaz aklayamaz seni.!

İşaretler avuç içi ellerimde. Yolunu kesen duvarlar arasında istersen bir kez daha düşün, olgunlaşmamış meyveyi koparabilecek misin?

Tamam.

Al eline kalemi, süngüsünde bıçağı saklı olan, sürt yüreğime kanım leke akacak korkma. Bir anarşist bu kadar güzel küfredebilir.

Evet.Bir anarşiste yakışacağı gibi sevdim seni.

Gövdem yansın otsuz toraklarda, bu topraklar suya hasretten çatlasın, çatlaklar arasından sızıp yeri göğe ulaştırayım. Dibini başına başını dibine sokup ta elimde top yaptığım sıyrık yaşamın var olduğu dünya lekeden başka bir şey değilsin.

Hoşçakal kalbim.

Tutam tutam ot sardım efkârıma. Duman ettim dağları. Dağları dağladım kederimden. Kederim anlımın yazısı. Anlımın yazısı boynumu eğmediğim pis dişli kral bozması. Çığlıklar, etkenlik ve edilgenlik durumları. Durumların ardından gelen dumurlar, itiraflar. Ah ben, Ay yaşam.

Seni sevdim, evet.

Yağmur yağıyor, kokumu sürsem caddelere ıslatmayacağına söz vermiş yağmurlar yağıyor bu kış. Bu kış ahmak ben değilim yağmurlar beni tahrip edemiyor. Aşk ey aşk, yaşamımın anlamı.

Bir hiç için övgü dolu sözler yazabilirim, bir hiçi sevebilirim. Bir hiç gibi uyandığım sabahlar, anlamsızlığı dansöz gibi oynatıyor aklımın dar sokaklarında sıkışıp kalmışlara. Aklımın zarafetini sunuyorum size acımasızlığa bir orduyla gelen tüm için yaşamayan hiçlere.

Ne haber diye sorulan sorularda, yumru takılan gırtlağıma bir buse kondur. Gel gir içeri komşum ol, konuğum ol.

Aşk için söylenen her söze kandım.

Su katılmamış rüyalarım, rüyalarımın gerçekliği benim saf oluşumu simgelemez. Bende pisim sende. Bir bir paylaşabilirim herkesle pis hikayeleri.

İnanıyorum inandıklarıma. İnanıyorum hayallerime ve yaşıyorum. Hayallerim gerçekleştiğinde bir bir hırslı olduğumu zannetme. Ben benim gerçeklerimle oynuyorum sadece. Ben kendime inanıyorum. Medyum olduğumu sanma, bana bunları kimse söylemiyor. Ben inanıyorum rüyalarıma, hayallerime, fallarıma. Korkma benim kalbimde pis. Yalnız değiliz.

Bir pireden beslenen pire olmaktansa hiçlik benim gelişimimi tamamladığımın göstergesidir.

İstediğiniz kadar gülebilirsiniz, bunlar benim masallarım. Ve ben masallarımın prensesiyim.

Gözlerde takıldım bugün. Bugün dünden daha çok acıktım ve bugün özel hissettim kendimi. Bugün atlıkarınca benimdi, hiç sahip olmadığım kadar çok dönüp durdum üstünde. Bugün gözlerde gizlendim, gözlerde saklandım. Gözler bir daha görmek isteyip de cesaretimi kırbaçladığım gözler unutmayın beni. Bana hep öyle usul usul bakın gözler. Sanki beni hiç incitmeyecekmiş gibi, gözlerimi kanatmayacakmış gibi.

Gözler tanıdık, gözler beni tanıdı. Cesaretim daha fazla saklanamayacak galiba bu kapının önünde. Kızım kızma bana, kendimi ben ele vermiyorum. Gözlerimi kapatsam boğulacakmışım gibi, kızım kısma cesaretimi benden. Bırak gene boğulmama izin ver kızım.

Kapı önlerinde beklemekten yoruldum, gelip-geçti her şey.

Şimdi kendimi yakmalıyım, dumanım tüter mi gözlerine? Gözlerine ulaşır mı gözlerim?

Çipil çipil gözlerimi çevirsem sana dolarmısın bebeklerime?

Yarın bambaşka bir gün olacak mı?

Sarılıp uyuduğum bebeklerim kadar yakınıma yaklaşabilecek misin? Bir zırh korusa da beni, aldırmadan usul usul çöker misin üstüme. Göğsünde uyumama izin verir misin? Tüm usluluğunla yaklaşırken saçlarıma, saçlarım dizlerine çöreklenebilir mi,?

Görüyorsun ne kadar aç olduğumu, ne kadar ürkek. Ne kadar korktuğumu gösteremesem de kimseye, korkuyorum bedenime değil de gözlerime bakan sana yaklaşamadan seni kaybetmekten.

Ben hiçbir şeyden anlamam, bildiğim tek doğru var söylemek istediğim hiçbir şeyi söyleyemiyorum.

Birisi, kurtar beni. Gençliğim gidiyor.

Geleceğim.

Kızım adını duvarlara söyledim. Beni ele verdi duvarlar, kırdım onları.

Artık adını herkes biliyor,

Kalbim bir daha ağlarsan eğer, yüzünü duvara dönme.
Kızım ağlarsan eğer bir kapının önünde bir daha, memelerim oluk oluk beslemeyecek seni.

Gençliğimin gidişine aldırmayacağım.
Benimle beraber yokluk çektireceksin ve sadece seyredeceğim.

Geçmişim.

Yitirdiklerimi sakladı durdu. Karşıma çıkmalarına en çok o sevindi. Geçmişim inkarına izin vermediğim yaşamışlıklarım.

Yaşamışlıklar; bezdiklerim.

Bugün.

Tekrar tekrar geri bakmayacak kadar gururluyum. Yanıp kül oldum, gururla soyundum gene. Birisi giydirdi örttü seni. Bugün gene saklanmayacak kadar cesurum ve oyuna beni istemediğinizde daha bir inanıyorum kendime.

Gel gel.

Mor fiyonklarla süsledim Simyah’ın evini. Hiçbir konuğu olmasa da artık, kaderine boyun eğmişliği yaşadı oda. Benim yapmayacağımı yaptı. Boyun eğdi, pis dişleriyle sırıtan krala.

Özlemek yokluktan.

Sana gelmeyi özledim İzmir. Senden ayrılışlarımı da. Vapurların deniz üstüne yakıştığı en güzel şehir beni köpük köpük karşıla gene. Sen en çok uzağımsın, sen kendimi bulduğum caddelersin. İzmir’im köpük köpük göz kırp bana, ben sana usul usul sokulurken. Arnavut kaldırımlarını bir bir öpeceğim. Benden ne kalırsa geriye sana gömsünler.

Diyorum.

Tokmağına boyumun erişmediği kapılardan atılsam da gene geleceğim. Ben inanıyorum tokmakları boyuma göre yapacaksınız.

Her şey geçecek evrenimden.

Ama ben bu sırrı kime diyem ne diyem.
Birisi yardım et bana.
Bu sırrı çeke geldim, çeke gideceğim.

Bu gece son.
Biraz sonra bu kapıdan son kez çıkıp yine kendimi vuracağım.
Yollara kim bilir kaç kere ıslanacak yüzüm.
Elimi tut.
Düşman olmam ne olur parça parça olmasın içimiz.
Mutlu ol iyi bak kendine, ne olur gözüm arkada kalmasın.
Uzun uzun seneler önümde gün gelir sevgilim acıya alışırsın, alışırsın.
Bu gece son.

Thursday, February 24, 2005

Düşüm, Hayata Dair

Trafikte arabaları ve yayaları yeşerdikten sonra sararan ardından kızaran trafik ışığı durdurur. Kimi de durmaz ya o ayrı konu(Bunlar halkın taş kökü yiyen kısmıdır).

Durmak eylemi; hemen harekete geçecek olmayı akla getiriyor. Sen ne sanıyorsun ki? Durduğun zaman dinlenebileceğini mi? Sakın böyle düşündüğünü bana söyleme. Yahu insan nasıl potansiyel enerji sarf ederken dinlenebilir ki?

Dur! Dur be ;)

Enerji kaybolmaz(Evet). Hareket enerjisi (Kinetik Enerji); hareketlerinden dolayı cisimlerin sahip olduğu enerji, durum enerjisi (Potensiyel Enerji); cisimlerin bulundukları konumdan dolayı sahip oldukları enerji. Farz et ki caddenin ortasında öylece sermişsin bedenini asfalta(Farz et ki Hindistan'da bir ineksin ve kimse sana dokunmuyor). Kımıldamadan, hareketsiz öylece. Hiç bir şeye aldırmadan duruyorsun (Aslında durduğunu sanıyorsun). Enerji harcamadığını sanıyorsun. Ama oradan kalkacak gücü topluyorsun farkında değilsin. Ve insan durduğu anda daha çok enerji sarf eder. Bir dahakine yetişmek için şarj olmaktır durmak. Durmak yorulmaktır en beterinden.

Hayat bu yaşadığın, duracak vaktin yok. Düşünsene biri var beklediğin ve sen duruyorsun ona yönelen tüm düşlerin durmuş. Gelişine hazırlık yapıyorsun içten-içe. Şimdi gelecek olan hareket halindeki mi? Bekleyen duran mı? Daha çok yoruluyor elbette duran.

Durmak; bir şeyler yitirmektir biraz da.

Yerinde saymakla durmak arasında çok fark vardır. Yerinde saymak aptal işidir. Sürekli tekrarları yaşarsın. Duransa öylece kalakalmıştır. Harekete geçeceği andaki enerjiyi depo eder bünyeye, beyne.

Dur, yoksa ateş ederim! Polisiye filmlerde çok sık duyuyoruz bu lafı. Aslında sevgili de sevilene böyle demiş. Sevilen durmamış ve kalp gözüne yerleştirmiş o kurşunu. Aşktır bunun adı da.

Dur, yoksa ateş ederim bak ;)

Durmamak lazım çünkü yarın yok. Kota koymamak lazım yaşanasılara. Özgürlük olmalı anıldığın her yer. Kuralsızlık olmalı. İsyan olmalı isyan; kendine mahsus. Arayan olmalı insan sürekli aramalı.

Duruyorum ve hiçbir dış kuvvet beni etkileyemiyor. Yok ya, yalan demeyeyim etkilediğini sananların bileşkeleri sıfır.

Bunları söylüyorum, düşünüyorum ama o kadar zor ki baktığın yöndeki senleri yakalayabilmek. Kırıyor bazen o sıfır bileşkeler düşlerini. Düşlerin kırıldı mı ne yaparsın? Ya düşeyazarsın(Düşersin yatağa döşeğe) ya da düşe yazarsın ;) Ben ne yapıyorum? Düşe yazıyorum.

Onun için bu kadar cesurca meydan okuyorum pala bıyığının altındaki pembe rujlu erkeklere;) ya da pembe rujunun altına gizlenmiş pala bıyıklı kızlara;)

Durma öyle. Anlatmak istediğimi mini mini bir kuş gibi koyamam ben avuçlarına. Soru işaretleri ve ünlemlerle tango yaptıktan sonra dinlenebilirsin virgülde.

Yeniden ve yeniden gidip-geliyorum köşelerde. Düşümde gördüğüm gerçekleşecek o olaya üzülüyorum. İşte ben de üzülürken duruyorum. Durduğumda pillerimin kutup başlarını ıslatıyorum, küsüyorlar bana. İyi ki varsın,,

Kendine has olmak lazım. Tek başına, başın kaşına kaşına, yeri geldi mi ıraklara kaçabilmek için. Kafanı ve dilini passız kalemtraşla açmalısın ki; sivri köşelerde dans edebilesin. Toplumda ameleler sivrilerdir. Çünkü çimentoyu o karar ve tuğlaları o yerine koyar. Amele kendine has insandır. Kendine has olan insan kaos yaratır. Hedefleri vardır. Yayın ucunda düşleri vardır.Düşe düşe, kimi zaman eksile eksile çizer diliyle toplumun “T” sini, tuğlanın “T” sini.

Hayat bu yaşadığın. Düşündüğün, hayal kurduğun kadar buradasın.

“Rüyalar da olmasa göremediklerim kadar yaşayacağım." Ebda

Hayat bu; paylaşmalısın öğretilenden ötekini,

Hayat bu; durma, durak yok.

Hayat bu; çölün ortası. Sense serap görüyorsun etrafında biletçi, durak ve otobüs yok.

Hayat bu; benim. Ve ben kendine mahsus biriyim.

Ve de tüm maddeler kargaşa yaratabilir.

Durmayın!

Durma!


Durama! Üretin bir şeyler.

Bak, şimdi dopdolu bir tını var seslerde

Cırcır böcekleri bile yepyeni heveslerde

Sessizce akıp geçerken yaşamlarımız

Çınlıyor artık dopdolu nefeslerde

Oruç Aruoba

OL

AN

(Sen ve ben – Geldin)


Tükettiğinin “T”sinin; toplamının “T” si kadar üretemesen bile Türkiye Cumhuriyetinin “T” sinde yaşadığını unutma! Türk’ün “T” si olduğunu hatırla. Tuğlanın “T” sini, Te cetvelinin “T” sini kullanarak dengele ki takozun “T”si bulaşamasın işine. Buna ihtiyaç var. Sakın durma. Durup da arkana bakma. Koyduğun tabelaların “T” sini sökseler bile ardından, aldırma. Durma sen! Unutma!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.


(Her şey yıllar önce söylenmiş zaten.)

Durma ki; gücün olsun, paylaşasın. Gücün olması; zamana bağlı, işe bağlı.

Gücün “P” si = işin “w” si / zamanın “T” si

Kolay gelsin, ;)

Wednesday, February 23, 2005

Ebda bir Ada

Farkında mısın? Bunlar, olanlar.

- Görüldü kadının tüm gizemi. Kadın bıraktı kendini sonunu bilmediği ve istemediği bir bilinmeze.

- Soyundu kadın. Denizden ödünç aldığı pullarla süsledi bedenini. Işıl ışıl bir karanlığa çağırmak için; peşinden geleni.

- Affet Onu. Kadın arkana bakma, köşeleri hızla dön. Artık bekleme.

Kendimden bir yabancıymış gibi bahsedebilirim. Yokluğumda beni özleyenlere geldim. Yeniden.

Kendimi bildim bileli sordum, aradım, yaşadım. Bilinçaltım tüm vurgularıyla merkez ben olmak istese de ipler hep canımdaydı. Canımın duruluğu; ıssız bir adaya giderken yanıma alacağım en kıymetlimdi.

Issız cehennemleri anlattılar bana. Issız cennetler gördüm ve ıssız dünyalarda dolaştım. Ada olmak istedim. Türlü taklalar attım yaşama, saklandım ondan çok kere.

Ben bir adayım, ıssız ve ufak. Korsanları ve hazinelerini sakladım. Bir görseniz benim içimde benden saklanan şeyleri.

Karmaşıklığa gömülmüş her insan bir bilinç altıdır. Merak ettim insanlar yolculuğa neden çıkarlar diye,? Issız cehennemlerde telefon çeker mi,? Dipsiz cennetler de gök ne renk,?

Öğrettik hep birbirimize ruhunun dehlizlerinde kaybolursan, vaktin gelmiştir. Başka karanlıklar çökmeden yol almalısın.!

Yeşil yeşil, minik kurbağaların aydınlattığı, ırmakların durulmadığı bir adaya gömdüm adalığımı... Gidiyorum.

Tuesday, February 22, 2005

Satır Arası

Benden satır araları - Bitmiş, bitecek aşklara dair.

Aşk için söylenen her söze kandım.

Aklımın karışmasına izin vermedi kalbim. Giden biletini kesip gider, benden bir şey götüremezdi -ki hala öyle- ya da beni sevmeyeni ben neden seveyim? Neden ağlayayım bir hiç için? Neden sevmek için bu sağlam adımlar. Neden duygularıma yenik düşemiyorum? Ben hep en aptal profilimden bakıp neden deyip duruyorum. Neden? ;)

Öğrendim.

Sevgi fedakarlık demektir. Eğer ben gurur koyuyorsam bitmiş-bitecek aşklara ve bu gurur aklımla bir olup, kalbimi kıstırıyorsa köşelere. Ben hiçbir aşkı sevmedim mi?

Biliyorum.

Sevgi "Önce o!" dedirtirdi. Artık demiyorsam, ben düşleri kırılmış biriyim. Beni boşver. Bak çevrene, kim taşıdığı krallığın farkında? Neden illa boyunduruk altına sokulmaya ve/veya girmeye çalışılıyor?

Merak ettim.

Hayatta hep sebepleri merak ettim. İki yaşında da yirmi iki yaşında da. Sebepler sonuçların çözümüydü. Hep anlatılan hikayeleri değiştirdim, onlara inadım. Kendi sonuçlarım; doğrularım olmalıydı.

- Seni seviyorum!
- Neden?
- Seni özledim!
- Neden?

Git işine yalancı. Bana gerçek aşkların birleşmesini yaşatmayacaksın ki. Niye giriyorsun sınırlarıma? Nasıl olsa sen de koca bir yalancısın. İçimde kalan o minik sevgiyi tüketmek için tutuşan biri değil misin?

Gene söylüyorum; sizin dünyanız benim basitliğimden öç alıyor.

Öğrendim.

Varlıklar, kendine güvenen varlıklardan hep korkacaklar. Bir insan bir aslan hayvanından korkup kaçacak. Dinde de, işte de, aşkta da bu hep böyleydi.
Güvenini bacak arasından sarkan konserveden alan erkek, güveni bacak arasında saklayan hatuna yaklaşırken, rol yapan Amazon kadınını ayartmaya çalışan Tarzan'dan öteye geçemeyecek. Aşkı bacak arasında sakladığı için bu hayvanlar her şeyin üstüne edecekler.

Monday, February 21, 2005

Aldandım

Çakmak gözlerimden düşen damlalarda boğulduğunu sanma - aldanırsın.

Koca bir denizsin sen girdabında kaybolurum - aldandım.

Sunday, February 20, 2005

Dünyam, Çocukluğuma Ait

Çocukluğum pek silik benim. Tamam lunaparka gittim. Balerine, gondola, hızlı trene bile bindim. Ama en güzeli atlı karıncaydı. Hep yerinde duran biz insanlara ders olsun diye bir çocuk tarafından düşünülmüş olsa gerek. Cıvıl cıvıl, bütün kentin ışıkları atlı karıncanın üstünde sanki. En çok o beyaz atı seviyordum. Hani şu dalgalı saçları olan. Ya tamam atlara sürü psikolojisi uygulanmış ama orası güvenliydi. Kafasının ortasındaki o yaldızlı tek boynuzuna dokunmak çok güzeldi.

Sadece dönüyorsun ve bu, gözden kaçırdıklarını tekrar görmeni sağlıyor. Arkandaki diğer atlar ve önündekiler ne seni kovalıyor ne de sen onları kovalıyorsun. Alttaki zemin dönüyor ve atlar yer değiştiremeyecek kadar cansız. Tıpkı şimdiki gibi. Dünya dönüyor ve sen kovaladıklarını sandığın o lüzumsuz insanları kovaladığını sanıyorsun. Koca bir sıfır(Her şeyin başı bir hiç ne kadar garip değil mi?) yani sen göremediğin kadar kendinsin!

Yaşamının baharı, yazı, kışı. Sor bakalım hangisi seni hatırlıyor. "Bu kalp seni unutur mu?" dediğin insanlar öldü ve sen git gide yaşlanıyorsun. O yaldız soldukça, ufukta her şey karanlık.

Bırak azıcık çocuk kal. Çocukluğundaki gibi üstünün tozlanması engellemesin seni, akşamları komşu zillerine bas ve kaç. Bekletme yaşaman gerekenleri. Öldüğünde gözünün önünden geçen film şeridin olsun bir yerlerinde.

Her şey geçer. Geriye senin olanlar kalır. O atlı karınca benim, biletini verip kullandığım müddetçe! Başka sahipleri de oluyor atlı karıncanın, acaba bunun sebebi beni farklı bulması gerektiği için mi?

Evet kocaman bir çocuk olduğunu kabullendiğinde vakitli vakitsiz, gelip gidenleri daha rahat ağırlayabilirsin dört tekerli bisikletinin üstünde.

Ve ararsın senin olanı... Bulursun, mutlu olursun!

Senin olanı yaşarsın... Bitirirsin, mutlu olursun!

Ve sen kocaman bir çocuksun. İşte bu yüzden yeniden başlarsın!

Hayat anlamaya bile değmiyor koca çocuk. Kocaman kocaman adamlar birbirini kovalar, kocaman kocaman kadınlar kıyılardan atlarlar.

Hey! Çocuk,

Özlediğim sen misin?


Yoksa cebinde bıraktığım düşlerim mi?

Yok yok, hiçbiri.

Sendeki kavgayı özlemişim ben.

Lüzumsuzluğa ağzından çıkan ateşle saldırışını,

Misketlerini (Her birinde bir göz olan),

Uydurduklarını,

Annelik oyununu,

Aşk oyununu (Bilseydim böyle zor, oynar mıydım sanıyorsun seninle?)

Her şeyi özler olmuşum.

,,,,

,,,

,,

,

Yeter!

Götürdüğün beni geri getir!

Saturday, February 19, 2005

Kaybetmek

Önceleri kaybeden olduğuma inanır, "Ben kaybeden bebeğim, hadi hadi öldürsene beni!" naraları atar, bir işaret olurdum. Yukarıdan aşağıya, sağdan sola. Nedir bu acelem? Formülüme bakıyorum; kıl, tüy, yün, deri... vs. Son kullanma tarihime daha var, iş görür bu halimle yaşam. Peki neden kaybeden diyordum kendime?

Dünyaya katlanmak adına attığım pamuk ipliğinden düğümcüğüm koptu gene. Bağlantılarım koptu, bağlantılarım koptu lanet olsun! Mayday! Mayday!
Şimdi kaybeden değilim sanki; iyiden iyiye bir melek olduğuma inanmış durumdayım. Ama gene canım sıkılıyor benim. Ya inanma o imama sen, sabah sabah yalan söylüyor gene. Sarhoş olmak ne güzel?
Kaybetmek evet, yoksa onu mu?
Hayır! Sen gitme, dur!
Tamam inanmıyorum kaybeden olduğuma.
Tamam inandığımdan geçtim, Sen gitme!
Polyanna öldü kardeşim,
Ama deli eden,
Delicesine yaşayan-yaşatan bir şey var içimde,
Seni kaybetmek istemiyorum ben.

Friday, February 18, 2005

Bırak

ağlar ağlar susarım
yanar yanar dönerim,
ateşe attığım kalbi
demir zannetti bu çırak
aldı eline çekici vurdu vurdu vurdu
sonrada büyük soğuk bir duş,

Meleğim Ben Gidiyorum

Nasıl da gidiyorum
Vazgeçmiyorum senden.
Veda ediyorum sana her gece.
Elim yüzümde, karanlığımda kaybolmuşum.
Yolum sensin her zaman!
Ben inkârdayım,
Sen isyanda.


Bileklerimden damlayan kanlar,
Karşılığı fark edilmez.

Yatak çarşafı boynumda asılı bir ben,
Karşılığı bir gidiş, bir geri dönüş.

Yastık altında kalmış boynun,
Karşılığı sessiz bir ben.

Şakağımdaki kurşun, ağzımda namlu,
Karşılığı ağır bir yorgunluk.

Aklımda aşık bir sen.
İçimde alev alev eden sen.
Karşılığı bir ölüm, bir sancı, bir doğum.


Yok karşılığın.
Göz kapaklarımdaki gözlerim daha fazla böyle sağlam bakamaz toprağa.
Vakit yok bana.
Bedenim ömrüme sığmaz.


Karşılığım;
İstemez. Üstü(-üm) sende kalsın.

E.M.
Ebda bir Ada/ile

Wednesday, February 16, 2005

Usavurdum Tümevardım

Duydum ki;

beni affetmişsin.
sana sığınmam için.

Af dilemeyen bir dil,
sana nasıl secde ederki?


Söyle bana Tanrım,
güçsüzlüklerimle senden af dilersem,
ne farkım kalır iblis den


Düşünüyor olduğum için kızma bana,
bunu engelleyemem.

Yoksa nasıl ben olurum ki?
Bu gücü bana sen verdin.

Bana kızgınken, gözündeki hiçliğim
Diğer yarattıkların tarafından alkışlanıyorsa eğer.


Sen kocaman bir "Hiç" yaratmışsın.

Tuesday, February 15, 2005

O Şarkı

Kefaret basamaklarını tek tek geçmek olur cezan,
O şarkıyı benden başkasına söylersen eğer

Başım duman duman benim
Ve bir şarap kadarım
Baktığım aynaların kökünü söktürüyor bu halim.

Sunday, February 13, 2005

“Dünyam, Hayata ait”

Pamuk ipliğini o zannedip koşturmaya başladığımdan beri çekiciliğini ilk günkü gibi korudu. Üstünde yol alanların daha önce attığı düğümcükler; kimisi bana tuzak, ona köprü olan yollar. Yolların ardında bırakılan korkak ruhlar.

Cesaret lazım pamuk ipliğinin gidişli dönüşlü kıvrımlarında yol alabilmek için. Cesaret lazım düştüğünde yüzünü toprağa sürtüp tekrar kalkmak için. Cesaret kilo ile satılan bir şey değil ki; çarşı, pazarda satılsın. Gel, gel abla, cesaret bunlar, gel! Sanırım bir gün böyle bağıran bir esnafa rastlarsam bu adamın adı cesaret olur ;))

Aşık olmak için de lazım cesaret. Kesin yürüdüğün yolda rastlarsın o düğüme. Ayağın bu düğüme de takılsın. Canın yanmayacak, düş toprağa, öp aşkı. Elinden tutandır o, dilinde türkü.

Hayat; o kadar sorguluyorum ki bunu. Birçok dalı var altında, hangisinde barınmak istediğin bazen senin, bazen onun, bunun, şunun. Tekil ve çoğul şahısların elinde.

Acaba çevremde iki gözü görüp de kalp gözü kör olan kaç insan var? Kaç insan düştüğü kuyuyu aydınlatabiliyor düşünceleriyle? Acaba kaç insan hayatı yaşayabiliyor?

Tanıyorum bu yoldan geri dönen birkaç ciğersizi.

Yapamam gidiyorum!

Sevemem korkuyorum!

Ölemem ölüyorsun ve ölüyorsun!

Gürültüsüz ölemiyorsun ama korkak.


Zamanını kullanmayan insanlar tanıyorum ben. Bunların gözüne sokacaksın akrebi de, yelkovanı da. Kurban edilmiş yaşam, nedir bu böyle ya.

Sattım da geldim tüm maskelerimi. Paylaşmıyorum hiçbir Tanrıyla. Dinle; bu senin kaderin denilen deli saçmasını. Hayır, bu benim hayatım, yaşamım bu benim.

Seninle düşüp kalkmıyorum diye bana silmem gereken anılar vermen beni yıldıramıyor.

Bu göğün yıldızı benim. Burasının aşçısı da benim. Kendin pişir, kendin ye. Budur hayat. Ortak koşamam x’i, y’yi. Benim bana olan aşk tutkum bu.

İzin vermiyorum karışmalarına.

Anne, baba, sevgilim oturun oturduğunuz yerde. Orası uçurumsa da ben oradan atlayacağım. Pekala çıkarım tekrar. Yapmam gerekenler denmemeli. Bilgisayar mıyım ben? "dir" deyince dosyalarımı göstereyim sana.

Kaç insan elini kolunu sallayarak turluyor caddelerde gözlenme korkusu olmadan? Bbg içi bbg. Pazardan aldım bir tane eve geldim bin tane. Biliyorum, biliyorum o esnaf seni kandırmış, doldurmuş poşetine. Bir yumruk darbesi parçala ve ye.

Yok, yok öyle basit değil. O cesursa, ben aslan kralım. Benim hayatımın eti de kemiği de benim. Evet benim. Gittiğim yollar benim, sarıldığım kollar, konuştuğum gözler benim.

" “Yollar.” – İnsanlığı büyük tehlikelere sokan hep sözde “kısa yollar” oldu; daha kısa bir yolun bulunduğu haberinin sevinciyle hep yolundan ayrılıyor... ve yolunu kaybediyor."
Nietzsche – Tan Kızıllığı


Yarın mangal partisi var; damarlarımı kokoreç yapacağım kanım fütursuzca dolaşsın diye. Ciğerlerimi ekmeğin arasına koyacağım temiz hava alsın diye. Beynimi şişe geçiricem, dişimin kovuğuna sığmayacak düşüncelerimi maydanozumun yanına salata yapacağım.

Sense; yıkıntılarının arasından beni seyredeceksin,!

Bu hayat benim!


Bu hayat senin, sizin!

Hayatlarınıza el deymeden yaşayın ki; Zümrüdüanka kuşunun kanadında uyuyakalma şerefinden mahrum kalmayın.

Saturday, February 12, 2005

Ellerinin Kokusu

Özlediğim zaman
İşçi ellerinin kokusunu,

Atölyede bizim gibi işçilerin yanında alıyorum soluğu

Soluk soluğa arıyorum,
Ellerinin bana dokunan kısmını.

Friday, February 11, 2005

Kabuk

Sende içeridesin,
korkma
bir kabuğun altındasın.


Benim dışımdasın,
kork
bir kabuğun üstünde.

Thursday, February 10, 2005

Meleğim Ben Geldim

Kafayı yemiş fincanlarla takla atmaya başladı ellerim. Dayanamadım ona gittim ve geldim. Uykuda seyrettim onu, ne garipliktir bu. O uyuyor, sense öksüzsün. Çılgın karafatmaların öldürücü seks çığlıkları, tahtaya her sürtünüşündeki o amansız kemirtiler, bir yanda uyuyan adam. Ne yapmalı? Soyunup koynuna girmeli ya da o müthiş uyku mutluluğundan uyandırmalı onu. Yeni yediğim tırnaklarımı yüzüne sürttüm, tırtıklı tırnaklarım uyandırdı onu. Ah o gözler. “Kimse böyle güzel bakamaz.”

Özledim de geldim ben sana. Sonuma yaklaşmak gibi. Beni seyrediyor şaşkınlıkla. Kalktım, açık cama doğru yürüdüm. Aşağıdan göz bebeklerime deyen dumanı gördüm. Ayağa kalktı. Dilek dileme mevsimi gelmiş. Birbirimizi diledik. Sarmaşığın dik duvarlara tırmanması gibi. Kesmeyin kollarımı.binlerce araba, ev, prenses ve prens arasında bizim dileğimize sıra gelmezdi. Bizim cesaretimize karşın zor olandı. Titrememe (tükenmeme) engel olamadım.

Pekmez katranı, gariplikler çıkmazı.

Evdeyim ve çay içiyorum. Keşke burda olsa, çayı çok sever. Çok zor inanıyorum ben. İnandığım insanlar da az, az insanı seviyorum ben. Bunlar bilenler, bilinenler. Ona da inanıyorum. (“Melek” olduğuna inanıyorum, her şeyi onunla aldatabileceğime inanıyorum.)

İğnenin elime batışı gibi acısız ama sızılı, özlüyorum onu. Sattığım kalbimin kalan kırıntıları üzerinde tepinen –dar pantolonlu ve pipisini nereye saklayacağını şaşıran, koca göbekli, keltoş ve pezevenk bakışlı adam(-lar)- kırıntıları kırdıklarında, kaburgamın gıdıklanışı ve duyduğum tüm küfürler beni ne gittiğim nede geldiğim olan ona yaklaştırıyor. Sen beni üzdüğünde ben melek oluyorum. O bana hep unutturdu. Çok güçlü iksirleri sayesinde hep çabuk toparlanan ben oldum. Adi bakışlı ibneler, çıkın hayatımdan diye yüzlerce defa yazdırdı. Ben sürekli dile getirdikçe anlamlar kayboldu ve unutuldu.

Elim eline yetiyor. Ellerim ellerine yetiyordu. Dar geliyor bana elleri, başına çıkmalıyım. Kral tacı gibi dimdik durmalıyım ki oda kafa uydursun bana.

Kan istiyorum. Kan her yandan akan, rüyalarımdaki gibi. Avuçlarına sığmayan ellerimin tabakasından kanlar fışkırsın istiyorum. Kan fışkırsın göz yaşıma; yazmamak için onu özlediğimi, konuşmamak için onu bilmeyen herkesle.

Kurbağa vırakları; yalnızlık çığlıklarıdır. Kurbağalar vıraklar hep yalnız olanların gölgesinde, yalnızlığın onu bırakmasını söylerde anlamaz dil bilmezler. Saniyeler geçer. Saniyenin dişiliği, kumanda eden tarafının hassaslığı, baştan çıkartan sesi; geceyi ipek örtü gibi üzerime örtüyor. Gözlerimi yumup bu sefer de ben uyuyorum.

BİZ ONUNLA DAİMA YALNIZ KALACAĞIZ.